Bizim Coğrafya - Hayat Coğrafya'da, Coğrafya Hayatımızda  
Ana Sayfa'ya Git Forum'a Git Arşiv
Go Back   Bizim Coğrafya - Hayat Coğrafya'da, Coğrafya Hayatımızda >

11.SINIF COĞRAFYA

> 11. SINIF DERS NOTLARI

11.Sınıf Coğrafya Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikaları.. (DERS NOTU)

11.Sınıf Coğrafya Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikaları.. (DERS NOTU) Önceki forumdan güzel bir ders notu paylaşımı.. Cumhuriyet döneminde, genç Türkiye Devleti’nin, üzerinde özel bir önem, ilgi ve titizlikle durduğu sosyal konulardan birisi de “nüfus” ...
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack (1) Seçenekler
Alt 07-Temmuz-2009, 21:38   1 links from elsewhere to this Post. Click to view. #1 (permalink)
Tugay NAYKI
Bizim Coğrafya Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009
Ad- Soyad: Mustafa Yıldız
Mesajlar: 4.878
Teşekkürleri: 2.435
1.608 mesajına 9.665 kere teşekkür edildi.
Standart 11.Sınıf Coğrafya Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikaları.. (DERS NOTU)

Önceki forumdan güzel bir ders notu paylaşımı..

Cumhuriyet döneminde, genç Türkiye Devleti’nin, üzerinde özel bir önem, ilgi ve titizlikle durduğu sosyal konulardan birisi de “nüfus” sorunudur. nüfus olgusunun, yeni devletin ekonomik yönden gelişmesinde oynadığı rol, genel nitelikli kimi eserlerde ele alınıp işlenmesine karşın;1 Türk devriminin siyasal, sosyal, politik, kültürel amaçlarına dönük olarak, toplumsal oluşum ve biçimlenişindeki etkileri, yeterince ele alınıp işlenmiş değildir. Oysa, Türk devrimi denilen tarihsel olgunun özgün yanlarını belirleyen ana unsurların özünde, ülke nüfusunun nicelik ve nitelik yönleriyle önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Öyle ki; eski idarelere bakarak, genç Türkiye Devleti’nde nüfus olgusuna yaklaşım biçiminin temelden farklı olduğu; bu farklılığın da, ‘ulusal devlet’ olmanın gereği olarak görüldüğü söylenebilir. Ulusal Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Biz Anadolu halkı ile sekiz milyonluk bir idare yapmak için değil, büyük imparatorluklar te’sisine heves ettik ve fütuhat yaptık” derken;2 geçmişteki idareleri, nüfus olgusunu gerçekçi yönden değerlendiremediklerinden dolayı, uyguladıkları yanlış ve hayalci politikalar nedeniyle eleştirmektedir3. Aynı zamanda da, Türk tarihinin bu yeni evresinde, eski politikalarla hiçbir ilgisi olmayan ‘ulusal’ politikalarda4, nüfus olgusuna verilen önem vurgulanmaktadır.

Nüfus olgusunun, ulusal politikalar içinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Misak-ı Millî (28 Ocak 1920) ile saptanıp, Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923) ile siyasal sınırları belirlenen ulusal yurt topraklarını dolduracak Türk çocuklarının o zamana değin ihmal edilmiş toprağı işlemesi; ‘Türklük’ kimliğini içine sindirmiş ve benimsemiş ‘özdeş’ (mütecanis) bir toplum olarak Türk nüfusunun, ülkenin kalkınmasında etkin bir rol oynaması, yeni Türkiye’nin çağdaş, dinamik ve atılımcı yönetici kadrosunun başta gelen arzularından biriydi. Uzun savaş yılları nedeniyle gittikçe azalan nüfusun, geniş yurt topraklarına göre ekonomik, sosyal, askerî savunma v.b. yönlerden olumsuz bir etki yarattığı görülüyordu5. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal plânlamalarda arzu edilen amaçlara ulaşabilmek için, nüfusu artırmaya yönelik önlemlerin alındığı bilinmektedir6. Aslında bütün bu niyet ve çabalar, ulusal bir toplum olarak Türklerin; öz-yurtlarına yönelik siyasal, ideolojik ve askerî saldırıları göğüsleyebilmeleri ve yurtlarını ateşin içinden çekip kurtardıkları üç-buçuk yıl içinde, önemli bir değişim ve dönüşümle gerçekleştirebildikleri ‘ulus’ olma sürecini7, berkiterek sürdürebilmeleri için, yaşamsal bir önem taşıyordu. Bu süreç paralelinde söylenebilme olanağı yaratılan ulusal yurt, ulusal devlet, ulusal iç ve dış politika, ulusal sınırlar, ulusal kalkınma, ulusal kültür v.b. pek çok kavram ile, ‘Türklük’ kimliğini benimsemiş ve çekilen büyük çileler ve özveriler ile kurtarılabilen Türk yurdunu koruyabilecek ‘özdeş’ nüfus, yeni Türkiye Devleti’nin ‘bekası’için, birarada ve ‘topyekûn’ gerekliydi. Yani bir anlamda, Türkiye’nin benimsediği çağdaş ve özgün ilkeler, siyasal-sosyal politikalar ve kültürel atılım; nüfusun -bir yandan- ‘ulusal ve özdeş’ olması, -bir yandan da- tarihsel mirasa sahip çıkması için artması olguları ile paralellik taşımaktaydı.

Eski Osmanlı idaresinin, bu tür kaygı, arzu, çaba ve programları pek olmamıştır. Daha doğrusu, Türkiye Cumhuriyeti ile ele alınan ve özenle uygulanan nüfus politikası, siyasal ve çağdaş anlamda ulus, ulusçuluk ve ulusal yurt kavramlarının, Türk toplumunu ve siyasal yaşamını etkileme aşamalarıyla bir paralellik taşımaktadır. Eski idarelerde güç ve onur, siyasal sınırları belli bir yurt üzerinde kalkınma olgusu ile değil, coğrafî sınırların genişliği ile ölçülmüştür. Oysa, böylesine bir anlayıştan, yeni Türkiye Devleti’nin benimsediği çağdaş ulusal politikalara geçişin benimsenmesi, p***olojik yönden hiç de kolay olmamıştır. Öyle ki, yıkılan Osmanlı Devleti’nin geçmişe dönük ‘devasa’ büyüklüğü yanında, ulusçuluk rüzgârlarının etkisiyle imparatorlukların gittikçe artan bir ivme ile yıkıldığı bir ortamda; Osmanlı Devleti’nden artakalan ‘enkaz’ üzerinde kurulmuş olan Türkiye’nin siyasal sınırları içinde oluşan Türk yurdu, genç Türkiye’nin kurucuları çağdaş ulusçulara bir övgü ve gurur kaynağı olurken; hâlâ eski Osmanlı Devleti’nin yıkılışına hayıflanan ve ‘haşmet’ ve gururu coğrafî büyüklük olarak anlayan eski zihinlerin duygusal eğilimlerini hiç de tatmin etmemiştir. cumhuriyet ideolojisinin düşünsel oluşumunda; siyasal, kültürel ve sanatsal içerikli yazılarıyla büyük rol oynayan ve yaşamının sonuna değin resmî ideolojinin savunuculuğunu yapan Falih Rıfkı Atay bile, Hyde Park’taki kürsülerden birinde yapmayı hayal ettiği konuşmada, -sade İngiliz vatandaşına- şu biçimde seslenme isteğini duymuştur: “Bizim İmparatorluğu fâtihler kurduğu için, tasfiye dasitanı oldu. Sizin saltanatı tüccarlar kurduğundan, bir yazıhane tasfiyesi yapıyorsunuz- Biz Tuna’dan ‘Nazlı Bodin’ türküsüyle, Afrika’dan ‘Cezayir Marşı’ ile, Arabistan denizlerinden ‘Ey Gaziler’ mersiyesi ile ağlaya ağlaya, Anadolu toprağına göç ettik”8.

Falih Rıfkı Atay’ın çizdiği bu geniş coğrafî parça üzerinde, Anadolu Türkü’nün ulusal olmayan politikalardan dolayı, ne gibi kazançlar elde ettiği biçimindeki bir soru, elle tutulur sonuçlar ortaya koymayı pek olanaklı kılmıyor. Böyle olunca da, yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, hem bu eski politikaları nasıl değerlendirdiği, hem de, bu politikaların terk edilmesiyle benimsenen ulusal politikaların, eleştirilen noktalara dönük yanlarının ne gibi esaslar içerdiği önem kazanıyor. Sonuçta da, temelde zıt amaçlara dönük her iki politikanın, nüfus olgusuyla ilgili unsurlarının, belirgin biçimde ortaya çıkacağı anlaşılıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’e göre, geniş coğrafî alanlara dağılarak, bu geniş daire içerisinde iklimi çeşitli, oralarda oturan halkların alışkanlıkları çeşitli, her şey çeşitli olduktan sonra, izlenen politikalar “akla ve kanun-u tabiata mugâyir”di9. Bu tür politikaların savunuculuğunu yapanlara O, şu yanıtı vermekteydi: “Milletimiz, asırlarca bu vâsi nokta-i nazardan hareket ettirildi. Fakat ne oldu?! Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâtlarının miktarını biliyor musunuz?... Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da barınabilmek için ne kadar telef oldu, bunu biliyor musunuz?! Ve netice ne oldu, görüyor musunuz?!”10.

Atatürk, Türk ulusunu felâketten felâkete ***üren, idam sehpası karşısına getiren şeyin, hep bu hayalci politikalar olduğuna inanır”. Bu politikaların, geçmişte Türk ulusuna neler kaybettirdiği açıktır. O, söz konusu bu kaybı, Osmanlı tarihinin önemli bir kişisi örneğinde, şu biçimde açıklar: “Sadrazam Kara Mustafa Paşa, bu milleti Viyana kapılarına sevkederken, bütün Almanya-i şimaliyi zapt ve fethederek cihanşümul bir Osmanlı İmparatorluğu yapmak hülyasına düşmüştü. Fakat; zavallı büyükbabamız düşünmüyordu ki, bütün bu fütuhat emelleri peşinde dolaşırken, bu teşebbüsât ahfada, pederden mevrûs yerlerini kaybettirmek için zemin hazırlıyordu”11.

Gerçekten de Viyana önlerinde başlayan toprak kayıpları, yüzyıllar sonra ancak Anadolu’nun ortasında, Ankara önlerinde, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki Türklerin vermiş oldukları ölüm-kalım savaşımı ile durdurulabilmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün, çağdaş dünyada uygulanabilir gördüğü politika, ulusal politika olmuştur. Bu politikanın özü ise, -yukarıda kısmen değinildiği gibi-, ulusal sınırlar içinde, tamamen Türk ulusuna dayanarak ulusal varlığı sürdürmek, ulusun ve vatanın gerçek mutluluk ve gelişip kalkınmasına çalışmak... gerçekleşemeyecek amaçlar peşinde ulusu meşgul edip, zararlara sokmamaktan oluşuyordu13.

Verilen bu örneklerde de görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’nin siyasal-sosyal amaçları ile, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasal-sosyal amaçları iki ayrı uca dönüktür14. Birinci devlet felsefesinin ideolojik amacı, dünyanın ‘fethedilmesi’ ilkesine dayanırken15, ikincisi böylesine bir yayılmacılık politikasını reddeder ve sınırları belli yurt toprakları üzerinde, sosyo-ekonomik, kültürel, siyasal v.b. yönlerden, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı amaçlar. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, söz konusu bu politikalar açısından, ‘nüfus’ olgusuna yaklaşım farklılıkları nelerdir? Ya da, daha başka bir deyişle, yeni Türkiye’de ‘nüfus’ sorununa yaklaşım, eski idarelerin ne gibi yanlış yaklaşımlarının ortadan kaldırılmasıyla oluşturulmuştur?

Bu soruların yanıtları, Mustafa Kemal Atatürk’ün değişik zamanlarda ve değişik yerlerde yaptığı konuşmalarda, en yalın biçimde verilmiştir. O’na göre eski idareler. Anadolu’nun ‘ümran’ ve ‘ihyasına’ çalışacaklarına, gerçekleşmesi olanaksız hayaller peşinde, Anadolu insanını kırdırıp durmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin fütuhat siyaseti yüzünden nüfus artmamış, gücü-kuvveti yerinde olanlar, özyurtlarından binlerce kilometre ötelerde, ne için savaştıklarını bilmeden kan dökmüş, can vermişlerdi. Anadolu’nun ihmal edilmesi yüzünden, bu güzel yurt çoraklaşıp, fakirleşmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın deyişiyle, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren ‘hainler’, asırlarca bu milleti gaflette bırakmış, nura koşmaktan menetmişlerdi. Onlar bu milleti ve memleketi, yalnızca paraya ve askere ihtiyaçları oldukları zaman düşünmüşlerdi. Bir taraftan milleti soyar, diğer yandan memleketten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt için fütuhata kalkarlardı. Oysa, ulusun o fütuhatta hiçbir ulusal amacı, hiçbir vicdanî arzusu ve çıkan yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu memleketin evlâtları, bir daha dönmemek üzere, onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki ‘debdebe ve darâatı’ sağlamak için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı milletten, sopa ile alırlardı. “Bütün bunların neticesi milleti fakre, harabiye, nihayet ölümün kıyısına ***ürdü. Hükümetin (TBMM Hükümeti) iki hedefi vardır. Biri milletin mahfuziyeti (korunması), ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır. Eski Osmanlı hükümeti bu iki gayeyi temin etmiş midir? Bu suale kemal-i kat’iyetle verilecek cevap menfidir. 0 hükümet bir defa milleti muhafaza edemediği gibi, daima ve daima kırdırmıştır. Bilir misiniz, yalnız son kırkbes seneden beri Yemen’de mahvolan askerlerimiz ve dönmeyen evlâtlarımızın adedi birbuçuk milyona karibdir? Balkanları, Suriye’yi, şurayı burayı düşününüz. Birçok yerlerde bekçilik yapmak için öldürülen hadsiz, hesapsız evlâtlarımızı düşününüz. O hükümetin bu milleti nasıl doğrattığını anlarsınız- O hükümet birinci gayesini yapamadı. Bari ikinciyi yaptı mı, bari kalanlar mes’ut ve zengin midir? Bunu hiç düşünmeye mahal yok. Maatteessüf memleket baştan nihayete kadar harabezârdır. Heryerde baykuşlar ötüyor. Milletin yolu yok, serveti yok, hiçbir şeyi yok. Bütün millet, acınacak birfakrü sefalet içindedir”16.

Mustafa Kemal Paşa’nın; “İşte bu tarz-ı idareye padişahlık idaresi denir” dediği idare biçimini17 yeren görüşleri, teker teker ele alınamayacak kadar çoktur. Bu tür eleştirilerde de görüldüğü gibi, kişiyi sultanın ‘kulu’ olarak gören bu idare, insanı bir ‘amaç’ değil, araç saymıştır. Oysa, cumhuriyet Türkiyesi’nde birey ‘vatandaştı’. Her şeyden önce devlet, bireye karşı sorumluydu ve insanın nura kavuşması için, yerine getirmesi gereken görevleri vardı18. Devletin bireye karşı bu doğal görevi yanında, dört yıl boyunca, saldırgan sömürgeci güçlere karşı Türk ulusunun, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde vermiş olduğu bağımsızlık ve özgürlük savaşından sonra harap, bitkin, ekonomik kaynakları kurumuş, sosyal yönden türlü çalkantıları ve gelişmeleri bünyesinde barındıran bir durumda kurtardığı Türk yurdunun; siyasal sınırlar ötesinde ne için dövüştüğünü bilmeden savaşan insanlara değil, ülkeyi her yönden kalkındıracak vatan çocuklarına gereksinimi vardı. Bu nedenle Atatürk, şunları söylemekteydi: “Feyyaz ve velût olan Türk milleti, mütemadi ve fennî takâyyüdât-ı sıhhiyeye mazhar olunca, Türk vatanını süratle dolduracak ve şenlendirecek kuvvette olduğuna kimsenin şüphesi yoktur”‘19.

Dünyada esen sömürgecilik rüzgârlarının kimi çarpık dalgaları da, Türk topraklarında hak iddia ederek, Türk siyasal varlığının üzerine gölge düşürmeye çalışıyordu. Kampanyanın özünü, Anadolu’nun Türk yurdu olmadığı gibi bir iddia, uygulanan politikanın özünü de, Türkiye’nin nüfusunu olduğundan küçük gösterme çabası oluşturuyordu. Akdeniz’de ve Ege’deki Türk adalarında hak iddia eden İtalya diktatörü Mussolini, 1926 yılındaki nutuklarından birinde, Türkiye’nin gerçek nüfusunun altı milyon olduğunu söylerken20; Fransa Dışişleri Bakanlığı sekiz milyon tahmin ediyor; hatta bir Yunanlı araştırmacı on milyon olarak tahmin ettiği Türkiye nüfusunun, yalnız 1,8 milyonunun Türk ırkından geldiğini iddia ediyordu21. Bu kampanyada o kadar ileri gidildi ki, Türkiye topraklarında halen yaşayan insanlar bir yana, Anadolu’nun eski halkları, örneğin Hititler ve Sümerler, Avrupalı bazı devletlerce sahiplenilerek, böylece Anadolu’ya yönelik kimi siyasal, ideolojik kampanyalara malzeme de hazırlanıyordu22. Gerçek, yangerçek ve yanlışın biraraya gelmesiyle oluşan Türk Tarih Tezi’nin ortaya çıkmasında, bu olumsuz kampanyanın da etkisi vardır ve bu tez ile Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’nun çok eski çağlardan bu yana Türk vatanı olduğunu, çünkü söz konusu uygarlıkların da Türk olduklarını kabul ettirmeye çalışan bir karşı kampanya başlatmıştır. Diğer yandan, Türk yurdunun siyasal sınırları ötesinde macera arayışı içine girebilecek eski geniş toprakların özlemini çeken duygusal eğilimli grupların ilgisini, Anadolu topraklarına çekmeye çalışmıştır23.

Ana hatlarıyla buraya kadar ele alınmaya çalışılan hususlar, cumhuriyet dönemi nüfus politikasının ana gerekçelerini oluşturur. Siyasal sınırları çizilmiş ve bu sınırlar ötesinde herhangi bir hayalci maceraya girmeme niyetinde olarak Türkiye, hem içteki duygusal eğilimleri gerçek amaçlara yöneltmek; hem ülkenin ekonomik, sosyal alanlardaki kalkınmasını sağlayacak insan unsuruna sahip olmak; hem de dıştan kaynaklanan iddia ve kampanyalara karşı koyup, Türk yurdunu gelecekte olası bir tehlikeden kurtarmak için, kısa zamanda olabildiğince artma esasına dayanan bir nüfus politikası izlemiştir.

Güdülen bu çok yönlü amaçlara göre, izlenen nüfus politikası, dönemin literatürüne, Şevket Süreyya (Aydemir)’in 1932 yılında, Kadro dergisinin bir sayısında yazdığı şu cümlelere yakın bir biçimde geçmiştir: “Çok nüfus, tok nüfus, sen ve zengin nüfus istiyoruz- Anadolu’yu bos, yoksul, yaslı ve viran bırakan dünkü mazimize karşı, günden güne eşelenen ve alevlenen bir kinimiz vardır. Kalabalık, şen ve zengin Anadolu yaratmanın enerjisini, bu kinimizin gittikçe tazeleşen ve taravetleşen şiddetinden alıyoruz. Dünün idaresinden teslim aldığımız bugünkü Anadolu, bütün tarihinin, tarih devirlerinin en tenha ve en bakımsız bir Anadolu ‘dur. Bütün medenî kabiliyetleri ihmal edilmiş, ihtiyaçları azaltılmış, adeta medeniyet harici kılınmış 14 milyonluk bu memleket halkını en kısa Zamanda hiç değilse iki misline çıkarmazsak, yarının çok nüfuslu ve ileri teknikli milletleri karşısında bekamızı tehlikeye atmış oluruz... Hülâsa Anadolu, bugün bize metruk gibi görünen yolunmuş tabiatı altında, yani bir cennet hayatının bütün şartlarını saklayan bakir bir ülkedir. Bu ülke, Türk milletinin kalabalıklaşmasını ve çoğalmasını bekliyor. Hedefimiz ileri teknikli, tok, şen ve kalabalık bir Türk milletidir”24.

Çok nüfus, tok nüfus, şen ve zengin nüfus; ileri, teknikli, kalabalık bir Türk milleti... İşte, cumhuriyet dönemi nüfus politikasında sloganlaşmış amaçlar bunlardı.

Aslında Anadolu nüfusunun, uzun süredir önemli bir artış göstermediği, yapılan bir-iki incelemede ortaya konulmuştur. Gerçekte, nüfusun artmayışına etki eden unsurların neler olduğunu kestirmek de, pek o kadar zor değildir. Tahminî olarak saptanan Türkiye nüfusunun 1844’te ve 1884’te de, 1927 yılında da, yapılan sayımda ortaya çıkan 13,5 milyon rakamına yakın olduğu bilinmektedir25. Bu rakam 1935 sayımında 16.200.694, 1940 sayımında da 17.713.000 olarak belirlenmiştir26. Nüfusun arzulanır biçimde ve göze dokunur bir artışının olmayışında etkili rol oynayan iki ana unsur, sağlık koşullarının kötülüğüne paralel olarak çocuk ölümü oranının yüksekliği ile27, türlü savaşların neden olduğu insan kayıplarıydı. Üstelik Türk Kurtuluş Savaşı’ndan önce, Türkiye’den dışarıya önemli göçler olmadığı gibi, aksine, elden çıkan alanlarda yaşayan Türklerden pek çoğu da, ülkeye gelmişti. Olumlu sayılabilecek bu unsura karşın, baba olabilecek erkeklerden büyük bir kısmının, yıllarca silâh altında ve ailelerinden uzak olarak, nüfus artışına olumsuz yönde etki ettiği kuşkusuzdur28.

Yukarıda kısmen değinildiği gibi, Türkiye’de, cumhuriyet dönemindeki nüfus politikasının, ekonomik yönünün önemi kadar siyasal, sosyal, ideolojik ve askerî yönlerinin de önemli olduğu açıktır. Nüfus artışının, belirli bir coğrafî toprak parçası üzerinde örgütlenmiş siyasal gücün, ekonomik yönden kazanç getirip getirmeyeceği, dönemin içindeki varolan koşullara bağlıdır. Ama kazanç, siyasal amaçlara dönük olarak da değerlendirilebilir. Ya da, hem ekonomik kazançlar hem de siyasal-sosyal kazançlar, birbiriyle paralel gidebilir. Ekonomik gelişme, mevcut seviyeyi korumak değil, nüfus artış hızından da yüksek olarak, büyükmektir29. Ne var ki, iktisadî kuramlar gereği gelişmenin ve büyümenin temel koşulu olan bu unsurlar, siyasal-sosyal, politik amaçlar ve arzular karşısında, ikinci plâna atılabilmektedir. Aslında, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrası içinde bulunduğu ekonomik koşullar, hiç de tatmin edici görünmüyordu30. Üstelik bu ekonomik koşullar, siyasal-sosyal, politik amaçlar ve tercihlerle ve yeni devlet felsefesinin gerekleriyle birleşince, ne yönden olursa olsun, Türkiye’nin kısa sürede, olabildiğince artması gereğini ortaya koyuyordu.

Görülüyor ki; cumhuriyet dönemi nüfus politikası, yalnızca ekonomik gereklerin sonucu değildir. Olgunun siyasal, sosyal, kültürel, askerî v.b. evreleri, nüfus politikasının uygulamadaki unsurlarını çeşitlendirmektedir. Genel yöntem, yalnızca siyasal sınırlar içindeki Türklerin sayısal olarak artışı değildir. Bununla birlikte, bu siyasî sınırlar dışında kalan Türklerin anayurt topraklarına getirilmesi, bu toprakların ‘yurt’ olarak benimsenmesi; böylece, içerde ‘özdeş’, kaynaşmış, dinamik bir toplum yaratma arzusu vardır. Bu konunun siyasal-sosyal v.b. yararlarını anlamak hiç de zor değildir. Böylece; içerde kaynaşmış, kenetlenmiş, güçlü Türkiye ideali gerçekleşecek; üstelik bu ideal, ekonomik, sosyal, kültürel kalkınma ile paralel gidecektir. Sınırlar ötesinde kalan eski imparatorluk toprakları, artık ilgi odağı olmaktan çıkacağından; yeni Türkiye’de oluşabilecek dışa dönük, yayılmacı ve maceracı politikaların önü alınabilecektir31.

Konunun bu yönlerini ayrıntılarıyla görüp değerlendiren Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılında Eskişehir-İzmit gezisinde, şunları söylemekteydi: “Hakikaten memleketin nüfusu şayan-ı teessüf bir derecededir. Zannederim ki, bütün Anadolu halkı 8 milyonu geçmez. Fakat biz Anadolu halkı ile 8 milyonluk bir idare yapmak için değil, büyük imparatorluklar te’sisine heves ettik ve fütuhat yaptık. Her zaptedebildiğimiz yere Anadolu halkını ***ürdük ve Anadolu halkını öldürdük. Bir misalini burada tahattur edeceksiniz- Süveyş Kanalı açılalı 45 sene olduğu halde, bu müddet zarfında Yemen’e gidip ölen Anadolu çocuklarının miktarı Zannederim 1,5 milyondur. Ona göre Suriye’yi, Irak’ı, Afrika’yı muhafaza edebilmek için öldürdüğümüz Türklerin adedini düşünürken, yekûnları milyonlara baliğ olacaktır. Şimdi biz, bunu telâfi etmek istiyoruz. Telâfi etmek için ise, şüphe yok herkesçe malûm olduğu gibi, sıhhî ve içtimaî tedbirler almak lâzım gelir. Bunun için icabederse ve aramızda mütehassıs yoksa, nerede varsa oradan mütehassıs celbedeceğiz- Fakat aynı zamanda hudud-u milliyemiz haricinde kalan aynı ırk ve aynı harstan olan anasırı da getirmek ve onları da müreffeh bir halde yaşatarak nüfusumuzu tezyid etmek lâzımdır ki, buna da tevessül olunacaktır. Eğer Rusya’dan da getirmek mümkün olsa, oradan da getireceğiz- Fakat bence Makedonya’dan, Garbı Trakya’dan kamilen Türkleri buraya nakletmek lâzımdır ve bir daha Avrupa seferi yaparak, oralara gitmemeyi düşünmeliyiz… Bu memleket Avrupa’nın iki mislidir. Almanya’da 70 milyon nüfus vardır. Bu memlekette nüfus beslenememekten ölüyor değildir; fakat bu halkı yegane öldüren cehalettir... Bu memleket o kadar vasidir ki, bu nüfus bittabi bu memleketi işlemeğe gayr-ı kâfidir”32.

Bütün bunlar, yeni rejimin kişiye verdiği değerin bir sonucuydu. Sağlık hizmetlerine verilen önemin artışı, özellikle anne ve çocuk sağlığı gibi konulara ilgiyle yöneliş; çok çocuk sahibi olmanın özendirilmesi; yeni siyasal sınırlar dışında kalan Türklerin Türkiye’ye getirilme çaba ve uygulamaları; ayrıca, sınırötesi serüvenlerin reddedilerek, Anadolu insanının gereksiz yere ‘heba’ edilmesinin önlenmesi; cumhuriyet dönemi nüfus politikasının genel unsurları olmuştur. Sağlık sorunlarına yöneliş ve çok çocuk sahibi olmanın özendirilmesiyle, Türkiye nüfusunda ne oranda artış elde edildiğini saptamak oldukça güç görünüyor; ama nüfus artış hızının belli bir seviyeye ulaşarak, önemli sonuçlara ulaşılmasında, bu konulara yönelişin katkısının çok büyük olduğu kuşkusuzdur. Oysa, yeni siyasal sınırlar ötesinde kalan Türklerin önemli bir kısmının Türkiye’ye getirilişi ile, Türkiye nüfusuna bir anda ve gözle görülür biçimde eklemelerin yapıldığı bilinmektedir.

Bu göçlerin ilk ve en büyük halkasını, 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan “Türk-Rum Nüfus Mübadelesi’ne İlişkin Sözleşme ve Protokol Anlaşması” uyarınca; Anadolu’daki Ortodoks tebaa ile, Yunanistan’daki Müslüman tebaanın zorunlu olarak mübadelesi (değiş-tokuş) oluşturur33. İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri bu anlaşmanın kapsamı dışında kaldılar. Türk Kurtuluş Savaşı sonunda, Anadolu’yu terk eden ve daha sonra mübadele edilen 1 milyondan fazla Rum’a karşılık, Türkiye’ye gelen göçmen sayısı, 500.000 kadardır34. Bu sayıya önemli sayıda mülteci ve daha sonraları Bulgaristan’dan ve diğer Balkan ülkelerinden değişik aralarla gelen önemli sayıda göçmen grupları da eklenmiştir35.

Konunun Türkiye’nin nüfusunun artması yanında, diğer önemli bir boyutu da, Anadolu’daki yeni devletin ve yeni rejimin, ‘ulusal’ kimliğinin güçlenmesidir. Türk Kurtuluş Savaşı öncesinde, pek çok savaş sonucu Osmanlı Devleti’nden büyük toprak parçalarının kopuşu ile, Türk olmayan unsurların yoğun olarak yaşadığı topraklar birer birer kopmuşlardı. Türk Kurtuluş Savaşı, bir anlamda Türk ulusçuluğunun ‘diriliş süreci’ olmuştur36. Üstelik Atatürk, Anadolu Türkü’nün kendi kimliğine dönüşünü ve ona sahip çıkışını, gayrimüslim unsurların tarihsel zorlamasının sonucu olarak görür37. Türk Kurtuluş Savaşı’nın Türkler açısından zaferle bitmesi ile, toplumun ‘ulusal’ nitelik kazanması süreci de hızlanmıştır; çünkü, Türklerin karanlık günlerinde haksız işgalcilerle işbirliği içine girmiş olan gayrimüslim azınlıklar, yoğun kitleler halinde Anadolu’yu ve Doğu Trakya’yı zaten boşaltmışlardı. Onlardan oluşan sosyo-ekonomik boşluğu, Türkiye’ye getirilen göçmenler doldurmuştur. Bu gelişmeler sonucu, hem toplum ‘özdeş’ bir yapıya kavuşmuştur; hem de, yurt sınırları ötesine uzanan etnik yayılma, büyük ölçüde siyasal sınırlar içinde toplanabilmiştir. Siyasal ve sosyal yöndeki bu oluşum; uluslaşma ve ulusal politikalar oluşturma çabalarının, en önemli aşamasını oluşturur.

Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Cumhuriyet dönemi nüfus politikası, yalnızca ekonomik gereklerin bir sonucu olarak açıklanamaz. Aslında bu olgu; ekonomik yönü de kapsayan, siyasal, sosyal, kültürel, askerî v.b. yönlerden; Türkiye’nin uluslaşma ve ulusal devlet olma sürecinin en temel gereğidir. Bu yönden bakılınca, ortaya çıkan uygulamaya dönük pek çok zorluğuna karşın, konunun; cumhuriyetin kuruluşundan yakın zamana değin, ‘ulusal bir dava’ olarak ele alınmasının önemi, yeterince ortaya çıkmaktadır.


__________________
''Bu topraklar bomboş arsalar değildir, adı Vatandır. Vatan; Dünyada, parası, fiyatı, karşılığı, borsası, piyasası olmayan tek şeyin adıdır.''

Nihat GENÇ


Cumhuriyet onurla yaşar! Cumhuriyet bağımsızlıktır, onurumuzdur, dirliğimizdir, bereketimizdir, Nasrettin Hoca'dır, Yunus Emre'dir, bütün bu değerleri çocuklarımıza anlatmaktır. Onur ve şeref kazınmış ve çıkartılmıştır bu topraklardan. Böyle cumhuriyet olacaksa hiç olmasın, yıkılır bir tanesi daha yapılır.

Nihat GENÇ
[/SIZE]
Tugay NAYKI isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla
Tugay NAYKI kullanıcısına teşekkür eden 9 üye:
andırın4646 (21-Aralık-2010), Ayşenur KILIÇ (03-Temmuz-2010), bahriaskin (08-Temmuz-2009), başak saygı (13-Aralık-2010), cpl (23-Mart-2011), efraimdonmez (04-Temmuz-2010), Fatih GÜRIŞIK (03-Temmuz-2010), hasanoğlan (26-Şubat-2012), jupiter (21-Aralık-2010)

Alt 03-Temmuz-2010, 13:16   #2 (permalink)
Ayşenur KILIÇ
Süper Moderatör
 
Ayşenur KILIÇ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009
Mesajlar: 2.464
Teşekkürleri: 3.081
456 mesajına 1.430 kere teşekkür edildi.
Standart

Tugay hocam teşekkürler...
Ayşenur KILIÇ isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla
Alt 03-Temmuz-2010, 21:00   #3 (permalink)
Fatih GÜRIŞIK
Özel Üye
 
Fatih GÜRIŞIK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009
Bulunduğu yer: Kayseri
Yaş: 43
Mesajlar: 983
Teşekkürleri: 856
476 mesajına 1.541 kere teşekkür edildi.
Standart

Tugay Hocam gerçekten çok güzel bir paylaşım,çok sağolun.
Fatih GÜRIŞIK isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla

Alt 04-Temmuz-2010, 00:26   #4 (permalink)
gokhans
Süper Moderatör
 
gokhans - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009
Bulunduğu yer: ANKARA
Mesajlar: 388
Teşekkürleri: 540
118 mesajına 688 kere teşekkür edildi.
Standart

11. sınıfların şimdiden tatilde okumalarında fayda var.Teşekkürler Tugay hocam....
__________________
Biraz okuyalım ne olur!

Bizim bilmediğimiz şey, yok demek değildir.
gokhans isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla
Alt 13-Aralık-2010, 14:56   #5 (permalink)
başak saygı
Üye
 
başak saygı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 06-Eylül-2010
Yaş: 44
Mesajlar: 84
Teşekkürleri: 90
8 mesajına 8 kere teşekkür edildi.
Standart

teşekkürler hocam
başak saygı isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla

Alt 21-Aralık-2010, 11:55   #6 (permalink)
jupiter
Deneyimli Üye
 
jupiter - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 21-Ocak-2010
Ad- Soyad: Yasin Esen
Bulunduğu yer: ANTALYA
Yaş: 40
Mesajlar: 200
Teşekkürleri: 204
22 mesajına 24 kere teşekkür edildi.
Standart

teşekkürler
__________________
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...
jupiter isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
11sınıf, coğrafya, cumhuriyet, dã¶nemi, ders, dönemi, nã¼fus, notu, nüfus, politikalarä±, politikaları


LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: https://www.bizimcografya.com/11-sinif-ders-notlari/1974-11sinif-cografya-cumhuriyet-donemi-nufus-politikalari-ders-notu.html
Konuyu Başlatan For Type Tarih Hits
Untitled document This thread Refback 18-Nisan-2012 09:12 8

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 14:16.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Powered by BizimCografya.com® Copyright ©2008 - 2011, Baylas
Bu Forumda üyeler kendi düşüncelerini yazabilir bu yüzden yazılan içeriklerden BizimCoğrafya.com Sorumlu tutulamaz. Yinede Yasalarca yasaklanmış içerikleri yada telif hakkı olabilecek içerikleri şikayet etmek için info@bizimcografya.com adresine mail atabilirsiniz, en kısa sürede dönüş yapılacaktır...

Baylas | Coğrafya | Sınav | Mynaq