GÖÇTÜ KERVAN YOL EYLEDİ
Çölün cipleri de mübarek bir hayvan olan bu develer... Yorulmak susamak bilmeden sizi saatlerce sırtında taşırlar... Deve sırtında çöle açılıyoruz. Ortaya çıkan bu tabloya göre, deve kervanını devamlı resimlerde görmüş benim gibi hayatında üçten fazla deveyi bir arada görmemiş biri için oldukça değişik ve cazip.
Tunus’taki ikinci günümüzde hedefimizde develere binmek var. Douz şehrine gitmek üzere arabalarımızla yola çıkıyoruz. Tuzeur’a 120 kilometre uzaklıkta. Ancak yolumuzun üzerinde haritadan çok yakında baktığınızda Afrika’nın en büyük tuz gölü Şad El-Cerid bulunuyor. Bölgeye yaklaştığınızda ise uzaktan daha bir göl görünümüne bürünüyor ve beyaz rengi daha da ortaya çıkıyor. 5 bin kilometrekarelik tuz gölünde ne sudan ne de herhangi bir canlıdan eser yok. Büyük bir tuz çölündeyiz, gölde su yok küçük küçük su birikintileri ve gölün üzerinden geçen yükseltilmiş asfalt yolun kenarlarından akan küçük bir dere. Gölün batısı ve güneyi ise göz alabildiğine uzanan kum tepeleriyle kaplı Büyük Doğu Ergi’dir. Burada, birkaç vaha dışında yerleşime pek rastlayamazısınız.
ÇÖLDE RESMEN DONUYORUZ!
Ve Douz’dayız... Diğer bir ifadeyle çölün kapısında. 50 bin insan yaşıyor burada. Başkente yaklaşık 450 km mesafedeki bu küçük şehir, Libya’ya doğru uzanan büyük çölün başlama noktasında kurulmuş. Çöl, insana daima yakıcı sıcağı hatırlatır. Oysa burada geceleri çok soğuk. Üzerinizdeki kalın giysilere rağmen iyi giyinmemiş olursanız çok üşürsünüz. Yanımızdan gelip geçen yöre insanları ise çuvala benzer harmaniyelerini gözlerine kadar çelmişler. Güneye indikçe insan tipleri de değişiyor. Hem Berberi kabileleri hem de çölün kavurduğu çehreler daha esmer ve bütün Tunus’ta çok görülen cilt bozukluğu daha yaygın burada. Zaman zaman rüzgârın muhtelif şekiller verdiği zemin un gibi ince yumuşak. Bir köşede kartpostallarda görmeye alışık olduğumuz türden üç beş yabani hurma dekoru tamamlamakta. Buradaki develerin büyük kısmı turistlerin binmesi için getirilmiş kiralık develer.
JELABALARIMIZI BAŞIMIZA ÇEKTİK
Artık develerle Sahra’ya açılma vakti geldi. Ama önce uygun giysilere bürünmek lazım. Bu konuda mihmandarımız Beşar bize yardım ediyor. Bu işle vazifeli kişi, önce büyük bir dikkat ve el çabukluğu ile başımızı bağlıyor. Sonra da kafamızdan geçirerek jelabalarımızı giydiriyor. Sıra deve binme dersine geldi. Hayvancağızlar zaten “kalk” demedikçe yerlerinden kımıldamıyorlar. Korkacak bişey yok aslında ama ben başta olmak üzere bizim grupta epey bi tedirginlik var. Önemli olan bacağı atmadan önce eğeri iki elle sıkıca kavramak. Bir kere devenin üstüne yerleştirdikten sonra deve çobanı “kalk” emri veriyor. Daha sonra yapılması gereken tek şey devenin hareketlerine uyum sağlamak.
BİR DEVENİN HIZI NE KADARDIR?
Ön hörgücün üzerinde yükseltilmiş iskemleye benzer bir oturağın üzerindeki palan (hamut) belki de iyi oturtulamadığından mı yoksa benim ağırlığımdan mı, ne zaman binmeye kalksam sahibine şikayet eder gibi bağırmaya başlıyordu. Zaten tek başıma hayvanı idare etmem belli ki çok zor olacak. Çölde diğer misafirlerle birlikte süslenmiş bu hayvanları bir kervan yaparak derinliklere doğru ilerledik. Tabii sahipleri tarafından kalın bir sicimle çekildiklerini de söylemek gerekiyor. Biz adım adım ilerlerken develerin koşma süratini de kendi aramızda merak ettik. Devenin süratinin yaklaşık olarak iyi koşan bir insanınkine eşit olduğunu mihmandarımız bize söyledi. Bu arada, arkadaşımız Osman Sağırlı ayakkabılarını çıkarıp yalın ayak çöle dalıyor...
BU DA DEVE AKROBATI
Mağribin cengaver insanları, ıssız çöllerde, ihtişamlı görünümleriyle insana güven veriyor. Biz devenin sırtına binmeyi bile beceremezken bakın mihmandarlarımız deve sırtında neler neler yapıyor...
Kupkuru ÇÖLDE DİMAĞIMIZI FERAHLATAN BİR MANZARA
İnsanın içini kurutan çöllerde vahalar da olmasa maazallah ölüm kapıda!.. Büyük Sahra Çölü’nde alışık olmadığımız bir manzara; bu mini şelalelin şırıltılı suyu deyim yerindeyse içimizi ferahlatıyor...
YILDIZ SAVAŞLARI FİLMİNİN SETİ
Star Wars (Yıldız Savaşları) filmiyle ve İngiliz Hasta filmlerinin çekimlerinin yapıldığı Tozeur’ün Matmata adlı bölgesine gidiyoruz. Artık asfalt yok. Yol yapımı için kumların tuzla sıkıştırıldığını düşünüyoruz. Arabalarımız kum tepeleri üzerinde bize heyecanlı anlar yaşatıyor. Yıldız Savaşları seti oldukça iyi korunmuş, Tunus turizm şirketleri Yıldız Savaşları setini muhafaza ederek turistleri buraya getiriyorlardı. Binaların çoğunu koruyabilmişler. Başkan Bin Ali’nin emriyle restorasyon işlemleri yeniden başlamış.
Ha çorba ha ‘şorba’
Özellikle Tunus mahalli dili olan Darice’deki Osmanlıca söz varlığı araştırılmaya değer. Bayram, canım, baba, sini, balta, şevirme (çevirme), çavuş, bey, dayı, şorba (çorba), şişe (nargile), kırmızı, hançer, kışla, iklim, bakraj, tepsi, şeşme (çeşme), ocak, dolma, tencere, türkü gibi... Tunus’un karışık etnik yapısı içinde de Türk unsuru azımsanmayacak bir yer işgal ediyor. Türkiye’den göçürülmüş olan ailelerin çocukları hâlâ soylarını unutmadıkları gibi bununla iftihar etmektedirler. İşte bazıları: İstanbulli, Kıbrisli, Karamanli, Giritli, Bostancı, Baş Reis, Baş Topçi, Baltaci, Başa, Köroğli, Kurdoğli, Ovali, Kahya, Demirci, Şerbetçi... Görüldüğü gibi Tunus, Türk kültürünün Kuzey Afrika’daki yayılma alanları arasında oldukça önemli bir yer işgal etmekte. Bu ülkede bıraktığımız en değerli şey, her halde Osmanlı ve Türk sevgisi olsa gerek. Dileriz ki bu sevgi gün geçtikçe daha da serpilsin ve gelişsin...
Birinci sınıf hurma
Yol boyunca sarkan hurma hevenklerinden gözümüzü alamıyoruz Tunus’ta güz boyunca hurma hasadı yapılıyor. Ancak bu ağaçlara tırmanmak büyük maharet istiyor. Alışkın gençler kendilerine mahsus maharetle çıplak gövdeyi rahatça tırmanarak hurma dalını kesebiliyor. Her biri 10-15 kilo çeken hurma dalları, aşağıdan pek fark edilmeyen bir karış uzunluktaki sivri dikenlerle çevrili. Ortalama bir hurma ağacı 15-25 metre yükseğe kadar çıkabiliyor. Ağaç gövdesindeki her bir budak 6 aya karşılık geliyor ve bu budakları sayarak ağacın yaşı hesaplanıyormuş. Ağaç 3 yaşına geldikten sonra meyve vermeye başlıyor çıplak el ve ayaklarıyla bir hurma ağacına çıkarak “birinci sınıf” hurmaların toplanması için önce bir kişi ağaca tırmanıp, hurma salkımını kesip, kendisinden biraz daha aşağıda olan kişiye uzatıyor, daha sonra o da bir sonrakine derken, elden ele en aşağıya ulaşıyormuş.