SÜTUN ORMANINA HOŞ GELDİNİZ
Kayrevan’ın “İslam Kültür Başkenti” seçilmesi tesadüfi değil. Zira İslamlığın erken dönemlerine ait önemli yapılardan biri olan Seydi Ukba Camii bu kente kurulmuştur. 670’de Kuzey Afrika fatihi Ukbe bin Nafi hazretleri tarafından yaptırılan caminin minaresi ise 724-727 yıllarındaki yenileme sırasında eklenmiş. Mimari dehâlar barındıran caminin harem bölümü, kıbleye dik 17 nefle kıble duvarına paralel bir neften oluşmuş. Birbirinden sütunlarla ayrılan nefler bir sütun ormanını andırmakta. Zengin süslemeli sütun başlıkları eski Kartaca şehrinin kalıntılarından toplanmış. Sütunlar da Roma dönemi yapılarından alınmış. Yapının simetrik planı, ana eksen üzerinde bulunan iki kubbe ile daha belirgin kılınmış. Avluyu kemerli bir revak çevrelemektedir. Minare, Kuzey Afrika’ya özgü kare planlı minarelerin tipik bir örneği...
Kayrevan... Bundan 1338 yıl önce Peygamberimizin sahabelerinden Hz. Ukbe bin Nafi tarafından kuruldu bu şehrin önemi Afrika kıtasında inşa edilen ilk caminin burada bulunması. İslamiyet Afrika’ya buradan yayıldı. “2009 İslam Kültür Başkenti” seçilen Kayrevan, önümüzdeki yıl İslam medeniyetinin bir göstergesi olarak çeşitli kültürel faaliyetle ev sahipliği yapacak. Bu özel şehirde gerçekleştirilecek projelere başta Paris’teki Institut du Monde Arabe (Arap Dünyası Enstitüsü) olmak üzere Lübnan, Fas, Ürdün, Fransa, İspanya, Cezayir, Mısır ve Suriye katkı sağladı. Sergilere açılacak, sempozyumlar düzenlenecek... Sergilenecek eserler arasındaki tarihî dokümanların, ziyaretçilerin büyük ilgisini çekmesi bekleniyor.
YA RABBİ! ÖNÜMDE DENİZ OLMASAYDI
Hz. Muaviye zamanında İfrîkıyye (Kuzey Afrika) valiliği yapmış olan ve Tunus’ta Kayrevan şehrini inşa eden meşhur mücahit Hz. Ukbe b. Nafi, Yezid’in halifeliğinin ilk yıllarında ikinci defa Kuzey Afrika valiliğine tayin edilmişti (62/682). Ukbe, Kayrevan’a varır varmaz ordusunu toparlayıp Müslümanlarla sürekli savaş halinde olan Bizanslılarla şiddetli çarpışmalara girişti. Cihat harekâtını kesintisiz sürdüren Hz. Ukbe b. Nafi, batıya doğru ilerleyerek Tanca civarında Atlas Okyanusu’na dayandı. İşte o zaman şu tarihi sözünü söyledi: “Ya Rabbi! Eğer önüme çıkan şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihat ederek daha ileri giderdim!”
Daha sonra bize tahsis edilen özel arabalarla Gabes şehrine doğru yola çıkıyoruz. Burası renkli bir etnik yapıya sahip. Yol kenarları uzun palmiye ağaçlarıyla kaplı, çevre ise zeytin ve hurma bahçeleriyle. Yol boyunca, kilometrelerce devam eden zeytinliklerle karşılaşıyorum. Her taraf yemyeşil, zeytinliklerle dolu. Tunus’un çölle özdeşleşen imajı değişiyor zihnimde.
HER MİLLETTİ KENDİNE ÇEKİYOR
Tunus’un üçüncü büyük şehri Susa. Aynı zamanda önemli bir liman kenti. Çarşı ve kumsallarıyla turistlerin gözdesi bir şehir. Roma, Osmanlı ve Arap kültürlerinin izlerinin görüldüğü şehirde gezilip görülecek çok yer var. Tozeur’a da haksızlık etmemek gerekiyor bu arada. Kent ile ülkenin geri kalanını ayıran etkileyici tuz çölünden geçen turistlerin yerinde son 8 bin yıldır tacirler ve kervanlar ek*** değildi. Ülkenin pek çok kent merkezini (medina’sını) oluşturan labirent Tozeur’da en zor imtihanıyla çıkıyor ziyaretçilerinin karşısına. Burada evler açık renk değil, kahverengi toprak tuğlalardan örülmüş. Sokaklar sapak vermeden uzun bir mesafe kat ediyor ve bir yanlıştan geriye dönmeyi iyice zorlaştırıyor.
URFA GİBİ BOL ACILI SEVİYORLAR
Yöresel kıyafetlerin ve takıların sergilendiği Dar Cheraiet Müzesi... Yolları tekrardan geçerek Tozeur’un şehir merkezindeki Dar Cheraiet Müzesine geliyoruz. Burası bize eskiden nasıl yaşandığına dair epey bir fikir veriyor. Bina, Osmanlı hakimiyeti sırasında şehri yöneten Osmanlı beyinin eviymiş. Çok etkileyici bir mimarisi vardı. Özellikle stük denilen duvar ve tavan işlemeleri çok etkileyiciydi. Tunus mutfağı hakkında bir fikir vermek isterim. Tunuslu, bizim Güneydoğu bölgemizin damak zevkine sahip. Yemeklerde acı çok tüketiliyor. Diğer taraftan deniz ürünleri çok bol ve hayli ucuz. BİTTİ
ZALİM ROMALILARIN DEV ARENASI
El-Cem denilen yerde dev bir tarihî eserle karşılaşıyoruz. Hemen göze çarpan Roma amfi tiyatrosu, 5. yüzyıla kadar dövüşler için kullanılmış. Şimdi çeşitli festivallere ev sahipliği yapıyor. Kuzey Afrika’daki bu en büyük Roma anıtı, büyüklüğüyle de İtalya’nın başkenti Roma’daki Kolos Seum’un tipik bir benzeri gibi. 30 bin kişilik izleyici kapasitesine sahip amfi tiyatro merdivenleri, kemerleri ve yer altı hücreleriyle turistlerin büyük ilgisini çekiyor.
SUSA LİMAN KENTİNDEKİ SURLARIN SIRRI
Bir liman kenti olan çeşitli kültürleri barındıran Susa’nın eski merkezi duvarlarla çevrili, iç kale ve Ulu Cami olduğu gibi duruyor. Hemen girişinde 9. yüzyıldan kalma büyük camii köşe kuleleri görülmeye değer. Köşe, güçlü duvarlarıyla dışarıdan bakıldığında daha çok bir kaleyi andırır. İçeride ise, sıra sıra kemerlerin dizildiği avlu parlak mermerlerle kaplanmıştır.
BİR İLERİ KARAKOL: RİBAT KALESİ
8. yüzyıldan kalma Ribat Kalesi, döneminde İslam medeniyetinin en önemli şehirlerinden sayılan Kayrevan şehrini korumak için sınır boylarında gözcülük amacıyla kurulan bir ileri karakoldur. Önceleri askerî amaçlarla kurulan Ribat, ardından baskınlar sırasında büyük bir köyün halkını dışarıdan yardım almadan birkaç hafta besleyebilecek büyüklüğe ulaştı.
PALMİYELER VE MİS KOKULU YASEMİNLER...
Hammamet ile Nabul arasında uzanan altın sarısı kumlar, ülkenin en güzel plajları arasında öne çıkar. Palmiyeler, portakal ağaçları ve mis kokulu yaseminler turkuvaz renkli, ılık sular ve sığ kumsallar etkileyici bir güzellik sergiler. Hammamet bugün körfezde dizilmiş yüzü aşkın oteliyle tam bir tatil beldesi haline gelmiştir. Otellerin çoğu az katlı ve eski yapılardır.