Zümrüt Üye
Üyelik tarihi: 08-Haziran-2009 Ad- Soyad: zumrut Bulunduğu yer: Yurt dışı
Mesajlar: 1.249
Teşekkürleri: 1.215
762 mesajına 2.493 kere teşekkür edildi.
| Deliler ve akıllılar Dünya düşünenler için bir komedi, Anlayanlar(hissedenler) için ise bir trajedidir. WALPOLE Yıllar önce bir TV programında akıl hastalarıyla yapılan röportajlar yayınlanıyordu. Hastalara “delilik” nedir? diye soruluyordu. İçlerinden birisi içtenlikle deliliği şöyle tanımladı; “Deli, hayatla baş edemeyen adam demektir.” Shakespeare’nin “Atinalı Timon” adlı eserinde, insanoğlunun kendi çıkarları peşinde koşan sefil ve bencil bir varlık olduğu gerçeğini anlatmaya çalışır; Romanın başkahramanı Timon, Atina’nın en zengin ve cömert adamıdır.Servetini dostlarını memnun etmek için cömertçe, bir nehir gibi akıtan Timon, sonunda her şeyini yitirir. Büyük bir servete ve yalancı dostlara sahip olan Timon, yoksullaşınca insanların gerçek yüzünü görür. Yardım istediği eski dostları uygun birer masal anlatarak ve bolca öğütler vererek talebini ustaca geri çevirirler. Timon, maskelerini düşürdüğü dostlarının yüzüne nankörlüklerini vurunca Timon’a sövgüler yağdırmaya başlayan dostları onun “delirdiğini” söylerler. Timon artık insanlarla birlikte yaşamak istemez. Bir ormana sığınan Timon insana ve insanlığa ait her şeyi üzerinden atmıştır.Yapraklarla örtünmektedir. Bitki kökleri ve ağaçlardan devşirdiği meyvelerle beslenmektedir. Kendisine bir klübe yapmak için kazarken bir küp dolusu altın bulur. Kendi kendine “şimdi altınlarla beraber geri dönüp, herkesi şaşırtıp, intikam almalıyım” derken, çözümü bulur; “Hayır, zaten para değil mi insanlıktan çıkaran, karayı ak, soysuzu soylu gösteren, yaşlıyı genç, korkağı cesur.”İşte “deli” unvanını hak eden Timon’un sorunu da “hayatla baş edememektir”Ken Kessein “Guguk Kuşu” adlı romanında, McMurphy’in trajik öyküsü anlatılır. McMurphy, işlediği bir suçtan dolayı cezaevine gönderilir, ancak orada “deli” numarası yaparak akıl hastanesine kabul edilmeyi başarır. Orada, kendisi gibi birçok insanında gerçekte deli olmadığı halde deli numarası yaptıklarına tanık olur. Sonuçta oradaki insanlar akıllılık ile delilik arasında olağanüstü bir iletişim kurmuşlardır. Diğer hastalarla arasında hiçbir sorun yoktur. Ancak kendilerini akıllı zanneden hastane yöneticileri ve çalışanları onlara yaşamı zehir eder. McMurphy orada eziyete başkaldıran hastaların önderi olur. Doktorlar ise onun asla iflah olmaz bir deli olduğunu söylerler. Sonuçta, ameliyat ederek beyninin bir bölümünü alırlar. İşte, deliler kuralları öğrenemedi ve direktifleri dinlemedikleri için delidirler. Dış dünyadan korktukları için çocuksu bir yalnızlık içinde deliliğe sığınır insanoğlu. Bir bakıma özgürce yaşamak için tutuklu kalmayı tercih ederler. Daha doğru bir deyimle, özgürlük yerine güvenliği tercih ederler. Deliler, yaşamın şifresini işte böyle çözmüşlerdir. Yaygın bakış açısına göre sıradan insanın karşıtıdır delilik. Aklın balta girmemiş ormanlarında yalınayak dolaşmaktır. Düşüncelerini hiçbir kural ya da yasakla sınırlandırmadan “mutlu” bir şekilde yaşamayı tercih etmişlerdir. Psikiyatri profesörü Ayhan Songar “Bazen doğru yapmadığımızı düşünüyorum. İlacı vermekle bu insanları mutlu oldukları bir yaşam biçiminden, mutsuz olacakları bir yaşam biçimi ve ruh haline zorluyoruz” diyerek, akıl hastalarının mevcut hallerinin değiştirilmemesi gerektiğini itiraf etmiştir.Delileri ve deliliği anlamak için “rüya”lardan faydalanabileceğimizi iddia edenler vardır.Beynimizin bizlere oynadığı eğlenceli oyunlardan biridir rüyalar. Normal insanlar için anlamsız hatta saçma olan rüyalar olmasaydı, çılgın, kuralsız ve tümüyle özgür olan iç dünyamızdan haberdar olabilir miydik? Yani rüyada aslında “deli” olan halimize geçmekteyiz. Bu anlamda delilik, nesnel gerçeklikten kopuş anlamına gelmektedir. Ancak bu kopuş, aynı zamanda aklın sırları içerisinde ve ötekisindeki uçsuz bucaksız vadilere açılan kapılar olabilir. Sıradan, yani akıllı insanın yabancı olduğu bu sonsuz evren her zaman keyif verici olmasa da düşlerle örülmüştür. Neşe, keder, öfke, korku, endişe, sevgi vb. İnsana ait her türlü duygunun vahşi birer at gibi çılgınca koştuğu bu coğrafya, gerçekte hepimizin içinde saklıdır.Ama bunu yaşabilmek için ne yazık ki uyumak zorundayız. Deliler, bir bakıma bizim kapısını çalmaktan korktuğumuz kapıları çalmaktadırlar. Vakıf olamadığımız bu gizli dünyanın sakinleri, eminim ki sıradan insanlardan daha duyarlıdırlar. Üstelik sıradan insanlara göre kendilerini yaşama ve yansıtma becerileri açısından da daha başarılıdırlar. Deliliğe yaptığımız bu övgülere ilave olarak, düşüncelerinin doğallığı çocuksu tavır ve masumiyetleri kayıtsızlık, boş vermişlik ve vurdumduymazlıkları da eklenince sıradan-akıllı birisi gibi yaşamak gelmiyor içimizden. Zira sıradan yetişkinlerin düz, renksiz ve sığ dünyalarından, daha albenili, derin ve duyarlı bir dünya gibi gözükmektedir delilerin dünyası. Çünkü akıllı insanlar, genellikle boş işlerle meşgul olmayı, mülk edinmeyi, çalışmadan kazanmayı, yorulmadan ve düşünmeden yaşamayı yeğlerler. Bunun için yaşamaktan korkan diğer tüm insanlar gibi, güç ve otoritenin karşısında diz çökerler. Oysa deliler, her zaman otoriteye, kurala boyun eğmeyi redderler ve duygularını özgürce yaşama ayrıcalığına sahip olduklarından kendilerini dünyanın efendisi olarak görürler.Akıllılar korkaktırlar. Boş bir dünyada eylemsiz geçen bir yaşamın sıradanlığından ve sıkıcılığından, sevgiden, anlamaktan ve amaçtan korkarlar. Akıllılar, psikolojik ölüm yaşarken deliler psikolojik hayat yaşarlar. Akıllılar, gerçekte hiç acısı olmayan bu dünyayı acı ve ızdıraba boğarlar, çirkinleştirirler. Oysa “kaçık” kabul ettiğimiz deliler bu korku ve acıyı hiç yaşamazlar. Akıllıların genelde bir aileleri, tanrıları, kötü bir şeytanları, sigortaları, arabaları, evleri, dernekleri, makamları, tatilleri, inançları, senet ve tahvilleri, sanatları, örfleri, gelenekleri, devletleri, ilkeleri, onurları, şerefleri ve daha binlerce saçmalıkları vardır.Bunarlın hepsini alt alta topladığımızda eşittir: ACI ve IZDIRAP. Bu durumda kim güle oynaya girmek istemez akıl hastanesine ve deli postuna. Bir akıl hastanesinde “delice düşünmek” üzere yapılan inceleme ve ankette, 85 normal, yani akıllı ve aynı miktarda akıl hastası üzerinde yapılan incelemede, şu soru yöneltildi; “Ölmeden önce sadece bir tek şey yapmaya hakkınız olsaydı, ne yapmayı tercih ederdiniz?” Bu soruya akıl hastalarının yanıtları ağırlıklı olarak sosyal ve ahlaki nitelikte iken (yani savaşı durdurmak, hastaları iyileştirmek, Tanrıyı görebilmek veya hakkında daha fazla bilgi edinmek) , normal (akıllı) kişilerin ise ne yazık ki daha çok bireysel çıkar ve zevkler(servet sahibi olmak, dünyayı dolaşmak, eşi ve çocuklarının geleceğini garantiye almak gibi) doğrultusunda yanıtlar verilmiştir. Ne yazık ki akıllı olmak adına elimizden kaçıp giden sadece yaşadığımız dünya değil, onunla birlikte içsel varoşlumuz, kimliğimiz gibi naif duyarlılıklarımızdır. Yazıma on yaşımdaki kızım Zeynep’in duvara astığı sözleriyle son veriyorum; “ANLIYORUM, BİLİYORUM,TAMAM, Bu sözcükleri kullanırsanız insanlar sizi deli zanneder” burada yorumu size bırakıyorum. |