|
SÝYASÝ ve JEOPOLÝTÝK COÐRAFYA Her türlü jeo-stratejik ve coðrafi konumla ilgili tüm dosyalarýn paylaþýlabileceði bölüm.. |
| LinkBack (1) | Seçenekler |
04-Ekim-2010, 20:36 | #1 (permalink) |
Özel Üye Üyelik tarihi: 20-Haziran-2009 Bulunduðu yer: Ýstanbul
Mesajlar: 221
Teþekkürleri: 95
107 mesajýna 561 kere teþekkür edildi.
| Ruslarýn ASÝMÝLE Siyaseti.. Ben bu baþlýðý sizden aslýnda yarým istemek için açtým.Hepimizin bildiði gibi Rusya geçmiþte Rusya'da yaþayan Türklere zulümler yapmýþ.. Benim sorum þu eðer o zamanda Rusya'da o Türklerin yerinde biz olsaydýk bu politikaya karþý koymak için ne gibi faaliyetler yapardýk? Türkçe konuþmanýza izin verilmezken,doðan Türk çocuklarýna rusça isim verilirken ,ülke dýþýna çýkmanýz yasakken,gece uykunuzdan uyandýrýlýp 2 saat içinde trene bindirilip sibiryaya sürülürken benim aklýma yapýlabilecek pek biþey gelmedi. cevap verirseniz sevirim bu konuda cidden fikre ihtiyacým var |
Ayçe Ezgi kullanýcýsýna teþekkür eden 2 üye: | Tugay NAYKI (04-Ekim-2010) |
04-Ekim-2010, 21:53 | #2 (permalink) |
Bizim Coðrafya Yöneticisi Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009 Ad- Soyad: Mustafa Yýldýz
Mesajlar: 4.878
Teþekkürleri: 2.435
1.608 mesajýna 9.665 kere teþekkür edildi.
| ABD, AB, Ýsrail, Rusya, Çin gibi ülkeler bu ''asimile'' sistemini kullanmýþlar, ben diyorum ki keþke Osmanlý Devleti siyaseti kullanmýþ olsaydý bugün ayný konumda olur muyduk?.. Bence þuan ki büyük devletler Osmanlý'nýn durumuna düþmemek için bu siyaseti daha yoðun uyguluyorlar olsa gerek..
__________________ ''Bu topraklar bomboþ arsalar deðildir, adý Vatandýr. Vatan; Dünyada, parasý, fiyatý, karþýlýðý, borsasý, piyasasý olmayan tek þeyin adýdýr.'' Nihat GENÇ Cumhuriyet onurla yaþar! Cumhuriyet baðýmsýzlýktýr, onurumuzdur, dirliðimizdir, bereketimizdir, Nasrettin Hoca'dýr, Yunus Emre'dir, bütün bu deðerleri çocuklarýmýza anlatmaktýr. Onur ve þeref kazýnmýþ ve çýkartýlmýþtýr bu topraklardan. Böyle cumhuriyet olacaksa hiç olmasýn, yýkýlýr bir tanesi daha yapýlýr. Nihat GENÇ[/SIZE] Konu Tugay NAYKI tarafýndan (04-Ekim-2010 Saat 21:59 ) deðiþtirilmiþtir. |
Tugay NAYKI kullanýcýsýna teþekkür eden 2 üye: | Ayçe Ezgi (09-Ekim-2010) |
04-Ekim-2010, 22:36 | #3 (permalink) |
Zümrüt Üye Üyelik tarihi: 08-Haziran-2009 Ad- Soyad: zumrut Bulunduðu yer: Yurt dýþý
Mesajlar: 1.249
Teþekkürleri: 1.215
762 mesajýna 2.493 kere teþekkür edildi.
| Türklere Yönelik Rus Asimile Siyaseti - Timur B. Davletov OKUDUM UZUN AMA ÇOK GÜZEL MAKALE OKUNDUKTAN SONRA DAHA RAHAT FÝKÝR BEYAN EDEBÝLÝNÝR DÝYE DÜÞÜNDÜM ÜÞENMEDEN OKUMANIZI TAVSÝYE EDERÝM........Z Kültürün Ana Unsuru Olarak Dil Baðlamýnda Türklere Yönelik Özümleyici Siyasalar: Rusya Örneði 1. Giriþ Sovyetler Birliðinin çöküþüne baðlý olarak toprak bakýmýndan esaslý bir biçimde küçülmek durumunda kalan Rusya hâlen de dünyadaki ülkeler arasýnda toprak büyüklüðü açýsýndan en geniþ coðrafya alanlarýndan biridir. Bu geniþ topraklar birçok farklý doða bölgesini barýndýrdýðý gibi buralarda etnik kökenleri farklý birçok halk yaþamaktadýr. Bu yüzden günümüzde toplam nüfus sayýsý yüz kýrk milyonu aþkýn olan Rusya’da doðal olarak çok sayýda farklý kültürün varlýðý söz konusudur. Rusya bir federasyon olduðu için bu ülkede yaþayan halklarýn çoðu kendi kaderlerini toprak esaslý özerklik çerçevesinde belirlemiþtir. Rusya Federasyonunun idarî yapýsý cumhuriyet (respublika), bölge (oblast), özerk bölge (avtonomnaya oblast), eyalet (kray), özerk daire (avtonomnýy okrug) ve federe statüde iki þehir biçiminde ayrýlmak üzere toplam seksen dokuz idari birimden oluþmaktadýr (RF Anayasasý, 1993: 65. Madde). Rusya Federasyonu her zaman çok uluslu bir devlet deðildi, ancak XVI. yy’dan, daha doðrusu 1552 yýlýndan itibaren Kazan Hanlýðýnýn iþgalinden baþlayarak Rusya Türk dünyasý coðrafyasýna yönelik olarak kendi topraklarýný geniþletmeye koyulmuþtur (Özönder 1999:1-3). XIX. yy’ýn sonuna gelindiðinde Rus iþgaline Türkistan coðrafyasýnda esir düþen son Türk boyu olan Türkmenlerin bölgesinin de Rusya Ýmparatorluðu içerisine dâhil edildikten sonra maalesef tarih sahnesine yeni bir terim olarak “Rusya Türkleri” deyimi çýkmýþ bulunmaktadýr (Hablemitoðlu 1997: 1). Rusya’nýn eskilere dayanan zengin tarihe sahip olan bir ülke olduðu da burada belirtilmesi gerekir. Bu tarihi boyunca Rusya hem iniþli hem de çýkýþlý dönemler yaþamýþtýr. Bununla birlikte diðer sömürgeci devletlerin genel özelliðinden farklý olarak Rusya, göstermiþ olduðu geliþme ve geniþleme performansýnýn sayesinde eþine nadir rastlanan tarihsel örneklerden biri olarak öne çýkmaktadýr. Rusya devleti 400 yýllýk tarihi içinde tam 36 kat geniþlemiþtir (Kurakov 1995:21). Bu geniþleme sürecinin, kenarlarý hep çiçek dolu bir yol olmadýðý gayet açýktýr. Kimi bilim adamlarý Rusya’nýn hep yayýlmacý siyaset gütmesinin temelinde messianic bir dünya görüþünün yattýðýný iddia eder. Öte yandan Rusya’nýn objektif tarihsel geliþmelerin neticesinde göreceli olarak izole kalmasý Ruslarda, dünyada kendilerine özel bir misyon, yani görev yüklenmiþlik hissinin etkisiyle ‘Üçüncü Roma’ adlý bir dünya görüþü oluþmuþtur ki bunun temelinde, zamanýnda en önemli medeniyet merkezleri olarak kabul edilen ‘Birinci’ ile ‘Ýkinci Roma’larýn, yani eski Constantinople ile Roma’nýn yerine geçebilme hedefi yatmaktaydý (Sakwa 1998:3). Kimine göre ise Moskova, Roma ve Constantinople þehirlerinin düþmesinin ardýndan Hýristiyanlýðýn düþman ordularýndan korunmak amacýyla sýðýnabileceði bir koruganý saðlayacak bir “Üçüncü Roma” ya da bir kutsal þehir olarak görülmüþtür (Chapman 2001:2). Aslýnda Ruslarýn bu tip dünya görüþü tarihleri boyunca izledikleri yayýlmacý siyasetlerince de doðrulanmaktadýr. Nitekim, bu konuda Komünizmin babasý sayýlan K. Marx bile yayýlmacýlýðýn ve dünya üzerinde egemenlik sevdasýnýn Rus milleti için politik, taktik vs. deðiþiklikler gösterebilmesi ile birlikte sabit ve deðiþmez bir mürþit olduðunu söylemiþtir (Rourke 1993:173). Bununla birlikte yayýlmacýlýk münhasýran Rus geleneðinden ibaret deðildir ve dünyada birçok halk bu yolda deneyim sahibi olmuþ, bir o kadar da halk bu deneyimlerden olumlu ya da olumsuz etkilenmiþtir denilebilir. Kimi ya bu yayýlmacýlýk, iþgalcilik ve bunlarýn altýnda yatan sömürgecilik* gibi terimlerin kullanýmýndan ýsrarla kaçýnarak yerine “bütünleþtirici” ve “keþfedici” siyaset demeyi yeðlemekte ya da çeþitli milliyetlere mensup olan gayrý-Rus halklarýn acýmasýz savaþlar ve katliamlar sonucunda dayatýlmýþ olan çeþitli zorlamalarla deðil de, sanki bütün gayrý-Rus halklar Rusya’ya dâhil olabilmek için sabýrsýzlýktan can atýyormuþçasýna kendi gönül rýzalarýna dayanan anlaþmalar oluþturarak Rusya’nýn içine dâhil olduklarýný belirtmektedir. Bu konuda Sovyetler Birliði tarihini anlatan herhangi bir kitap veya ansiklopediye bakýlabilir (Bkz.: Sovetskiy Ensiklopediçeskiy Slovar, 1988:1255). Diðer birçok geniþleyen devlet gibi Rusya da kendi topraklarýný savaþ ve bunu takip eden iþgaller yoluyla büyütmüþtür. Ýþte iradesinin dýþýnda bu ülkeye dâhil edilen halklarýn doðal olarak birbirinden farklý kültürlere sahip olduklarýndan, yeni kurulan devletin içine az ya da çok kültürel anlamda katkýda bulunduðu söylenebilir. Ancak bu baðlamda durumlar aslýnda çok karmaþýktý ve bir taraftan tarihsel geliþmeler sonucu bir araya gelen halklarýn arasýnda kültürel anlamda etkileþim yaþanýrken öbür yandan da baþatlýða sahip olan Rus devleti, sömürgeleþtirilmiþ yeni topraklarda yaþayan halklarý doðal olarak kendine daha çok baðlamak ve böylece her türlü hoþnutsuzluk türünden, dýþavurumlardan kurtulmak niyetindeydi. Peki buna nasýl ulaþabilirdi? Tabiî ki gayrý-Rus halklara yönelik özümleyici siyasalar uygulayarak. Ama hangi yollardan? Ýþte bu noktada ilk akla gelen ve ne yazýk ki tarih tarafýndan teyit edilen bir yöntem Rus devletinin inorodtsý (yani, soyu baþka ve yabancý olan) dedikleri halklarýn kendi kültürlerinin ana unsurlarý olan dil ve inançlarýna yönelik olarak yürütülen siyasettir. Bu araþtýrmada ben, kültürü oluþturan bir takým öðrenilen davranýþ örneklerinin kuþaktan kuþaða aktarýmýnýn gerçekleþtirilmesinde araç olarak kabul edilen dilin (Barnouw 1975:4) ve onun baðlamýnda Türklere yönelik Rus özümlemeci siyasalarýn üzerinde çarlýk Rusyasý ile Sovyetler Rusyasý dönemleri kapsamýnda üzerinde odaklanmaya çalýþacaðým. Ancak konuya geçmeden önce bu konunun kavramsal boyutuna ve ardýndan da konunun önemine deðinilecektir. 1.1. Konunun kavramsal boyutu Yazý konusunu daha iyi aydýnlatabilmek için doðrudan konuya geçmeden önce kültür, dil, özümleme vb. sözcüklerin kavramsal tanýmlarýna yer verilmesi yararlý olacaktýr. Kavramsal boyutunu tam yansýtabilecek bir biçimde tüm tanýmlarýn burada dizilmesine olanak bulunmadýðýndan ve aslýnda her bir kavramýn çok geniþ birer konuyu temsil etmesinden dolayý bu kavramlarla ilgili ancak kimi tanýmlara deðinilecektir. Kültürü hars olarak adlandýran ve medeniyetten ayýran Ziya Gökalp’a göre kültür (ya da hars), beynelmilel olmayýp yalnýz bir milletin dinî, ahlakî, hukukî, muakelevî (rasyonel), bediî (estetik), iktisadî ve fennî hayatlarýnýn ahenkdar bir duygular bütünüdür (Gökalp 1990:25-34). Ralph Linton ve Melville T. Herskovits’e göre ise kültür, insanlarýn hayat þeklidir; toplum ise belli hayat þeklini sürdüren fertlerin teþkilâtlanmýþ bütünüdür, bir sistemdir (Milli Kültür 1984:1). Yine ayný yayýnda yer alan tanýma göre kültür bir insan topluluðunun kendi tarihî tekamülü hususunda sahip olduðu þuurdur (Milli Kültür 1984:456). Bu tanýmlardan yola çýkýlarak kültürün bir toplum hâlinde yaþayan insanlarýn ortak sosyal hayatlarýnda son derece önemli olduðu görülebilir. Üstelik bu tanýmlar kültürün, içinde bulunduðu toplumlara kendi niteliðini kazandýrdýðýný da göstermekte ve bu ise özümleme adýna genellikle ilk hedef olarak seçilmektedir, çünkü kültüründen yabancýlaþtýrýlmýþ ya da Sovyetlerde yapýldýðý ve Stalin’in “þekil itibariyle ulusal, ancak içeriði bakýmýndan sosyalist” olarak tanýmladýðý bir kültüre sahip olma durumuna getirilmiþ bir halk özümleme siyasalarýndan çok daha kolay etkilenebilir. Nitekim, kültür tanýmýný Alman kültür tarihçilerinden alan ünlü Ýngiliz antropolog Edward B. Tylor’a da göre “kültür, bilgi, inanç, sanat, ahlâk, gelenek ve göreneklerden ve insanýn toplumun bir üyesi olarak edindiði tüm diðer yetenek ve alýþkanlýklarýndan oluþan tek bir komplekstir” (Tylor 1877:1). Dolayýsýyla gelenek, görenek, inanç, dil vs. ulusal öðelerden oluþan kültürün özümlenmesiyle bir halk da özümsenmiþ olacaktýr demek yanlýþ olmayacaktýr herhâlde. Kültür ile toplum arasýndaki iliþkiye gelince, V. Barnouw’a (1975: 5) göre “toplum, ortak bir kültürü paylaþan her iki cinsiyetten insanlarýn oluþturduðu az ya da çok organize olmuþ bir gruptur”. Dolayýsýyla, kültür toplumun sosyal çimentosu da denilebilir. Kültür millî olunca ise bu kültürün ayakta tutulmasý, bir ulusun varlýðý, özgürlüðü ve benliðinin sürdürülmesi bakýmýndan son derece önemlidir. Nitekim Mümtaz Turhan’a göre bir milletin ayakta durabilmesi için millî kültüre sahip olmasý þarttýr (Turhan 1980:405). Dil, insanlarýn toplum içerisinde tarihsel geliþim çerçevesinde geliþtirmiþ olup kullanmakta olduklarý sözlü ve yazýlý olmak üzere ayrýlan belli bir takým simgesel iletiþim sistemi olmaktadýr (Mutlu 1998: 95). Bu tanýmdan anlaþýlacaðý üzere dil insanlarýn toplum hâlinde yaþamalarýndan ileri gelen bir iletiþim aracý olup ortak simgeler içermektedir. Ýnsanlar da bir toplum içerisinde deðil de çok sayýda farklý toplum hâlinde yaþadýðý için bu durum farklý toplumlarýn az ya da çok farklý dil sistemlerini kullanmalarýna yol açmýþtýr. Bununla birlikte bir zamanlar bir toplum iken zaman içerisinde göç yoluyla birbirinden ayrýlan, ancak buna raðmen örneðin Türk boylarý, Cermen kavimleri gibi dilde ortaklýklarýný koruyabilen insan toplumlarý gibi durumlar da mevcuttur. Demek ki kimi toplumlar zaman içerisinde farklý coðrafya ve ülkelerde yaþamalarýna ve yine Türklerin örneðinde olduðu gibi birbirinden binlerce kilometre uzaklarda ayrý kalmalarýna ve çeþitli coðrafyadaki çeþitli kültürlerle temastan meydana gelen etkileþimlere raðmen dildeki ortaklýklarýný sürdürebilmektedir. Buradan þunu da çýkarmak olanaklýdýr: kültürler az ya da çok farklýlaþabilirse de dildeki ortaklýk çok daha güçlü bir biçimde muhafaza edilerek varlýðýný devam ettirmektedir. Bu baðlamda kültür alanýnýn içerisinde yer alan dil denen ‘þey’in bir kültürün içerisinde en önemli unsurlardan biri olduðu söylenebilir. Nitekim bir kültürün nesiller arasýndaki aktarýmýnda ya da kuþaklar ve hatta bugün ile dün arasýndaki temasýn ve böylelikle de devamlýlýðýn saðlanmasýnda birinci dereceden önemli iþlev, yine sözlü ve yazýlý dile düþmektedir. Özümleme (ya da özümseme veya eritme - assimilation) sözcüðünün tanýmýna gelince, bu kavram belirli bir ülkede yaþayan nüfusun içerisinde azýnlýkta bulunan insan topluluðunun sahip olduðu gelenek, deðer ve tutumlarýnda çoðunluðu oluþturan nüfusa ait kültüre yönelik olan deðiþimleri ifade etmektedir (Birkök 1994). Dolayýsýyla özümlemenin altýnda yatan amaç bir ülkede yaþayan ve hukuken kabul edilmiþ azýnlýklarýn genel hatlarý itibariyle egemen toplumun içerisine entegre edilmesi ya da eritilmesidir ki bunun sonucunda azýnlýðýn kültürü çoðunluðun kültürüne uydurulmuþ olacak veya bu kültürler arasýnda karþýlýklý etkileþim meydana gelecek ve neticede de genel ulusal kültürün zenginleþmesi vuku bulacaktýr. Aslýnda çoðu durumda etkileþim söz konusu olup buna kültürlerin karýþmasý ya da sentezi (amalgamation - melting pot) adý verilmektedir (Birkök 1994). Bununla birlikte, bunlarýn dýþýnda da konuya farklý yaklaþýmlar mevcuttur. Bunlardan biri de þudur: Günümüzdeki devletlerin büyük bir çoðunluðu heterojen olduðu (ki kimine göre de dünyadaki devletlerin sadece %10’u etnik homojenliðe sahiptir. bkz. Kegley 1995:232) için her ülkede çoðunluðun yanýnda bir de hukukî ya da sosyal azýnlýk veya azýnlýklar yaþamaktadýr. Bunlarýn arasýnda bütünleþmeyi saðlamak, gerilimleri önlemek, söz konusu azýnlýðýn vatandaþý olduðu devletin baþ görevidir. Ama bunu yaparken devlet azýnlýklara karþý ayýrýmcýlýk yapmama gibi ‘negatif’ ve onlara karþý yardým ve özel statünün tanýnmasý gibi ‘pozitif’ ayýrýmcýlýk* gibi olumlu tedbirlerin yaný sýra söz konusu azýnlýklarý, sahip olduklarý kimliklerini korumalarýna müsaade ederek entegre etmelidir. Yani azýnlýklar entegre edilirken hem bunlara karþý tam ve yetkin bir eþitlik uygulanmalý, sosyo-ekonomik ve politik alanlarda fýrsat eþitliði tanýnmalý, hem de bunlar yabancýlýklarýný, yani etnik farklýlýk ve özelliklerini koruyabilmelidir ki bu görüþe bazýlarý eþitlik fakat farklýlýk der (Touraine 1998:58). Bu yazýda kastedilen Türkler, Avrasya coðrafyasýnda eskiden beri yaþamýþ ve daha sonra Rus iþgaline maruz kalmýþ Türk boylarýdýr. 1.2. Konunun önemi Konunun önemi aslýnda kýsmen bir önceki bölümden de anlaþýlabilir. Bununla birlikte, neden özümleme çabalarý en çok dil üzerine yoðunlaþtýrýlabilir sorusuna belki de açýklayýcý sözler, kendisi de Lenin hayraný olan Ýtalyan komünistlerden Antonio Gramsci’den verilebilir. Ona göre “...her dilde bir dünya görüþünün ve bir kültürün unsurlarý...” yer alýr (Gramsci 1975:19). Bu, her dilde farklý dünya görüþleri var demektir; bu durumda bunlar týpký eski Sovyet ulusu örneðinde olduðu gibi homojen bir ulusun inþasý önünde engel olabilir ve belki de bundan dolayý farklý dünya görüþ ve kültürlerin kaynaðý olan diller ortadan kaldýrarak ya da en azýndan ikinci plana itilerek yerine ortak bir Rus, ardýndan da Sovyet dünya görüþünün oturtulmak istenmesi bu gibi kaygýlardan ileri gelmiþ olabilir. Bu, bir bakýma konumuzun önemini açýklamakta yardýmcý olmaktadýr. Üstelik yine dil üzerine yoðunlaþmýþ siyasalar Rusya coðrafyasýnda henüz tarihe geçmiþ olmadýðý gibi son geliþmelerin ýþýðýnda daha da arttýðý gözlemlenebilmektedir. Örneðin Rus dilinin kullandýðý ve gayrý-Rus uluslara da empoze edildiði Kiril alfabesinin yerine Latin harflerine geçmek isteyen uluslarýn önünde engeller konulmaktadýr. Bu gibi uygulamalar Sovyetler zamanýnda yapýlmýþ olsa dahi o dönemde bile Ermeniler ve Gürcülere kendi özgün alfabelerini ve Baltýk uluslarýna da Latin temelli alfabeyi kullanmalarýna izin verilmekteydi. Ancak yoðunluk yine de Türk soylu uluslar üzerindeydi nedense, çünkü Türk uluslarýnýn kullandýklarý alfabelerde yapýlan deðiþiklikler ve oynamalar kadar SSCB coðrafyasý dahilinde baþka uluslarda da gözlemlemek mümkün olsa dahi buna az rastlanmýþtýr. Bununla birlikte Sovyetlerin içerisinde özellikle Doðu milliyetlerinin kullandýðý harf sistemlerinde yapýlan deðiþiklikler konusunda daha geniþ bilgi ve örneklere ulaþabilmek için Edward Allworth’un Nationalities of the Soviet East kitabýna bakýlabilir (Allworth 1971). Dilin öneminin nereden ve niçin kaynaklandýðý sorusu çerçevesinde þunlar da söylenebilir. Dilin bu önemini Türk boylarý örneðinde çok daha iyi biçimde anlayabilmek olanaklýdýr. Þöyle ki; Türkler zamanýnda bir dili, inancý, kültürü vs. paylaþýrken meydana gelen objektif tarihsel geliþmelerin sonucunda farklý din, kültür, rejim, ülke ve kimliklere ayrýlmýþtýr. Üstelik araya farklý kültürel temaslar, etkileþimler, coðrafya anlamýnda uzun mesafeli kopukluklar ve iklimler girmiþtir. Ama tüm bunlara raðmen Türk boylarýnýn günümüzde de benzer kalan ortak taraflarý vardýr ki, o da konuþtuklarý ortak Türkçe dilidir. Ýþte bunun da, dilin öneminin gösterilmesi baðlamýnda burada belirtilmesinin yararlý olacaðýný düþünüyorum. Yine Gramsci’ye dönecek olursak, ona göre dil ayný zamanda hem kültür hem de felsefe anlamýna sahiptir. Kültür ise “anlatým bakýmýndan az ya da çok sayýdaki bireyleri birleþtirir” ve erekleri farklý olabilen çok sayýda insanýn ortak gayeye varabilmek için kaynaþmasýný ve dayanýþmasýný “kültürel-toplumsal birlik” çerçevesinde saðlayan etken olma bakýmýndan da önemlidir (Gramsci 1971:56). Bunlardan hareketle Sovyetlerin neden ulusal kültürlere yönelik olarak farklýlýklarý ortadan kaldýrýcý ve içerik itibariyle ortak bir biçimde sosyalist olmasýna yönelik çabalarda bulunduðuna iliþkin sorunun yanýtýna varmak çok daha kolaydýr. Üstelik nihaî amaç da Sovyetler Birliði’nde baský ile ulusal kimlikleri ortadan kaldýrmak suretiyle Sovyet yurttaþlarýndan ibaret bir ulusu meydana getirmekti (Leylak 2000:159). Bununla birlikte bu konunun önemi, Çarlýk, Sovyetler ve günümüzdeki Rusya’nýn kendi ülkesi içerisinde baþta Türk uluslarý olmak üzere yaþayan (ve aslýnda yaþamak durumuna düþen de denilebilecek) uluslarýn ve bu uluslarýn farklý kültürlerine yönelik ne gibi siyasalar izlendiðinin nesnel ölçütler çerçevesinde gösterilmeye çalýþýlmasýna ve neden özümleme siyasalarýnýn dil odaklý olduðu ve bundan ne gibi sonuçlarýn çýktýðýnýn tespit edilmesine iliþkin olarak tasarlanmýþ olmasýyla ifade edilebilir. Bunun nedeni Rusya’nýn kültür ile dil gibi sosyal kurumlarýn üzerinden özümleme siyasalarýný bir nebze olsun gösterebilmektir. Bu konu baðlamýnda birçok çalýþmanýn mevcut olduðu dolayýsýyla bu yazýnýn elbette ki bu konuyu tam olarak kapsayýcý olmasý beklenemez. 2. Rusya’da Çarlýk Dönemindeki Özümleme Siyaseti (1917’ye kadar) Daha önce de belirtildiði gibi iþgaller ve sömürgeleþtirme yoluyla topraklarýný geniþleterek dünyada en geniþ kara parçasýna sahip olan Rusya konusunda yine de çeþitli görüþler mevcuttur. Örneðin ünlü bir Rus tarihçisi olan Vasiliy Klüçevskiy, Rusya’yý kendi kendini sömürge hâline getirmiþ bir devlete benzetmiþ ve Rus devletinin tarihinin de böyle bir devletin tarihi olduðunu belirtmiþtir (Sakwa 1998:3). Yani görüldüðü kadarýyla Rus toplumunun içerisinde de bu sömürgeleþtirme konusunda farklý görüþler yer bulmaktaydý. Nedenleri ne olursa olsun bu görüþ bize Rus aydýnlarýnýn içerisinde gayrý-Rus halklara yönelik sürdürülen sömürgeleþtirme siyaseti baðlamýnda görüþ birliðinin bulunmadýðýný gösterir niteliktedir. Bu görüþ ayrýlýklarý aslýnda pek de önemli deðildir, çünkü olan olmuþtur ve birçok farklý kültüre sahip ulus Rusya Ýmparatorluðu dâhilinde yaþamaya baþlamýþtýr. Kimi halklar daha uyumlu yaþarken, diðerleri ise sürekli olarak hoþnutsuzluklarýný çeþitli isyanlarla ifade etmekteydi. Genellikle âdil olmayan yönetimden ve yönetim tarafýndan uygulanan siyasalarýn ilgili gayrý-Rus halkýnýn kültürel, ekonomik ve siyasal haklarýnýn ihlâl edilmesine yol açtýðý gerekçesiyle meydana gelen bu isyan ve ayaklanmalarýn çoðu yine de merkezî yönetim tarafýndan kanlý bir biçimde bastýrýlmaktaydý. Ana topraðýna bitiþik olan topraklara yönelik bu sömürgeleþtirme sürecinde (hem savaþlarda hem de iþgalden sonra denetimi saðlamak bakýmýndan) Rusya, diðer batý Avrupa devletleri gibi deniz kuvvetlerinden çok kara güçlerine güvenmiþtir (Chapman 2001:1). 1552 yýlýnda Kazan Türklerinin yurdu olan Kazan Hanlýðýnýn iþgali ile Rusya’nýn Asya’nýn derinliklerine doðru baþlayan yayýlmasý Deli Petro* döneminde de devam ederek XIX. yy’ýn sonuna kadar sürmüþtür. Bu baðlamda Orta Asya’da en son Türkmen Türklerinin (1884) Rus iþgaline boyun eðmek zorunda kalmýþ olduðu ve Sibirya’da yaþayan Türk boylarýndan Tývalarýn Sovyetler Birliði’ne 1944 yýlýnda dâhil edilen en son ulus olduðunu da belirtmek isteriz (Hablemitoðlu 1997: 1; Monguþ 2001: 6). Buradan Rus iþgallerine karþý en þiddetli mukavemeti Türklerin göstermiþ olduðunu rahatlýkla anlayabiliriz. Bundan dolayý, daha sonraki dönemlerde Ruslarýn, en çok Rusya’nýn içerisine dâhil edilen coðrafyada yaþayan Türkler üzerinde özümleme siyasalarýný yoðunlaþtýrmasýnýn altýnda yatan nedenleri de anlamak olanaklýdýr. Bununla birlikte özümleme siyasetinin baþlangýcýnýn da bu geniþleme ve sömürgeleþtirme süreçlerinin ardýndan ortaya çýktýðýný söylemek olanaklýdýr. Aslýna bakýlýrsa, Rusya tarafýndan gerçekleþtirilmiþ istilâ yoluyla iþgallerin ardýndan giriþilen sömürgeleþtirme siyasetinin altýnda iktisadî çýkarlarýn güdülmesinin yattýðýný söylemek herhâlde yanlýþ olmasa gerek. Üstelik XIX.yy’ýn ikinci yarýsýnda Rusya da diðer Batý devletleri gibi kapitalist ve sömürgeci geliþme yolunda ilerleme çerçevesinde çaba sarf etmekteydi. Dolayýsýyla kendi ana ülkesine katmýþ olduðu ülkelerdeki doðal zenginlikleri sömürmek baþlýca iþlevi gibi gözükmekteydi. Bu iþlevin tam olarak yerine getirilebilmesi için de Çarlýk Rusyasý doðal olarak kendi ýrkýndan olan Ruslarýn iþgal edilen bölgelere göçünü saðlamaktaydý ki buradaki amaçlardan birisi de Rus etnik nüfusunun yerli halklara karþý demografik baþatlýðýný elde etmekti. Bu süreç çok karmaþýktý, çünkü yerli halklar bu sunî göçe karþý isyanlar baþlatmaktaydý ve topraklarýnýn Ruslara verilmesini istememekteydi. Yurtlarýný Rus devletine iþgal ettiren Türkler de rahat durmamýþ ve en çok, kültür ve inanç yaþamlarýna Rus misyonerleri tarafýndan uygulanan müdahalelerle devletin bu konuda aldýðý çeþitli yasaklayýcý uygulamalara ani tepki göstermek suretiyle ayaklanmalar biçiminde çeþitli direniþ eylemlerini düzenlemiþ ve böylece Rus devlet nizamýna yönelik olarak oldukça hissedilir darbeler gerçekleþtirmiþtir (Hablemitoðlu 1997:9). Bu arada þunun da belirtilmesinde yarar vardýr. Sanýldýðýnýn aksine 1917 Sosyalist devriminden önce etnik Ruslarýn (ya da Büyük Ruslar ‘Velikorossý’) Rusya Ýmparatorluðu ülkesi içerisinde çoðunluðu oluþturmadýðý gibi, genel nüfusun içinde %43 gibi bir oranla yalnýzca bir azýnlýk olduðu da bilinmektedir (Lenin 2000:72-75). Oysa Lenin’in de belirttiði gibi “nasyonalist anlayýþ hükümetin siyasetine tamamýyla iþlemiþtir” ve “egemen” bir milliyet olan Ruslara her türlü ayrýcalýk tanýnmak istenmiþtir (Lenin 2000:72). 2.1. Kültür alanýnda Ýþte sömürgeleþtirme süreci içerisinde karþýlaþýlan bu tür zorluklarý bertaraf edebilmek amacýyla Çarlýk Rusyasý tedbir olarak aldýðý çeþitli zorlamalarýn yanýnda kültürel baðlamda gayrý-Rus uluslarý kendine daha itaatkâr bir hâle getirmenin yollarýný aramakta ve bulduðu bu yollardan olanak ölçüsünde istifade etmekteydi. Ancak nihaî amaç Rus olmayan halklarý zaman içerisinde eritmekti. Örneðin Türkistan’a yönelik olarak Ruslar buradaki yerli halký sunî göçle bölgede sayýsý artýrýlan Rus nüfusunun içinde eritmeye yönelik planlar geliþtirmekteydi. Kültür baðlamýnda bu plan, Türklerin ileri gelen aydýn kesimlerini ortadan kaldýrmayý, yerli kültürlerin yerine Rus kültürünü yerleþtirmeyi, bölgede baþat inanç sistemi olan Ýslâm’ýn etkisini olabildiðince aza indirmeyi ihtiva etmekteydi (Leylak 2000: 27). Gayrý-Müslim olan Türk boylarýnda ve özellikle Sibirya Türklerinde baþat olan Kamlýk inancýnýn yok edilmesini ve yerine Rus Ortodoks Kilisesine mensup misyonerlerin yoðun çalýþmalarýyla Hýristiyanlýðýn yayýlmasý amaçlanan bu dönemde, yani 1917’ye kadarki dönemde yaþananlar çok korkunçtu. Zorbalýklarla dolu bu siyasalarýn Sibirya Türklerine özellikle ve diðer yerli halklara yönelik olarak genellikle belli bir amaç taþýmaktaydý, o da; buradaki halklarýn Ruslaþtýrýlmasý ve böylece milliyet olarak ortadan kaldýrýlmasýydý. Nitekim yerli kültürü ve inancý yok etmekle devlet ve kilise tarafýndan görevli misyonerler de hedef yerli halklarý son derece küçümseyerek ve hatta aþaðýlayarak bu emellerini çekinmeden açýkça ifade etmekteydi (Davletov 2002:20-37). Çarlýk Rusya’sýnda Ekim 1917’ye kadar süren bu Ruslaþtýrma siyasalarýnýn yer aldýðý dönemde gayrý-Rus ve özellikle Türklerden de kendi kültürlerini koruma adýna tepkisel nitelikte ve aslýnda son derece örgütlü hareketler de ortaya çýkmýþtýr. Bu baðlamda Rusya’da yaþayan Türkler arasýnda kültürel anlamda Türkçülük akýmýný baþlatan ilk isim olan Kýrým Türklerinden Gaspýralý Ýsmail Bey’i burada zikretmek gerektiðine inanýyorum (Hablemitoðlu 1997:115). Özellikle Rusya Türklerinin arasýnda çok güçlü bir biçimde kendini gösteren hareketlilik daha çok Müslüman halklarý içine almaktaydý. Bununla birlikte, bu dönemde, yani XIX. yy sonu ile XX. yy baþýnda gayrý-Müslim Türklere, yani Ortodoks, Budist, Musevi, Kabalist ve Kamlýk inancýný yaþayan Türklere yönelik hiçbir faaliyet gösterilmediði gibi bu dönemdeki genel Türklük ideolojisinin içerisinde gayrý-Müslim Türkler büyük önemi oluþturmadýklarý gibi dikkat alaný dýþýnda býrakýlmýþtýr. Yani ilk Türkçülük döneminde tüm kavramsal duruþlar Müslümanlarla Müslüman Türklere yönelikti ve Müslüman Birliðinin dýþýnda tüm inançlara mensup Türkleri kapsayacak gerçek Türk Birliðinden bu dönemde söz edilmemekteydi maalesef (Tchervonnaia 2002:131-142). Nesnel olarak o dönemin çerçevesinde bu olguya bakýldýðýnda Rusya’daki Müslümanlarýn çoðu Türklerden oluþmakta ve bunun yanýnda gayri-Türk ama Müslüman halklarýn varlýðýnýn, hiçbir stratejik öneme sahip olmayan çok az nüfuslu gayrý-Müslim ancak Türk kökenli boylarýndan siyasî mücadele baðlamýnda çok daha öncelikliydi denilebilse de bu yine de çok geniþ coðrafyada yaþayan Musevi, Kamcý, Ortodoks ve Budist Türklerin sahnenin arkasýnda bekletilmelerine yeterli açýklýk getirmekte eksik kalabilir. Ancak bununla birlikte denilebilir ki sözü geçen bu Türk boylarý siyaset baðlamýnda çok daha edilgendi. Ne var ki bu da gerçekliði tam olarak yansýtmaktan oldukça uzak gibi görünmekte, çünkü Sibirya Türkleri de geç de olsa XX.yy’ýn baþlarýndan itibaren Türkçülük hareketi çerçevesinde etkin çalýþmalar yürütmekteydi. Buna örnek olarak Ekim Sosyalist devriminden önce XX. yy’ýn baþlarýnda Sibirya’da Güney Sibirya Türk Cumhuriyetinin kurulmasý yönünde yoðun faaliyetlerde bulunan Hakas ve Altay Türklerinde Turancýlýk hareketlerini göstermek olanaklýdýr (Davletov 2002:5-33). Yine konumuza dönecek olursak Rusya tarafýndan XVI. yy’dan itibaren zorla Hristiyanlaþtýrma faaliyetlerinin yürütüldüðü bilinmektedir. Gayrý-Rus halklarý ilk aþamada maneviyat alanýnda kendine baðlamayý ve daha sonra da asimile etmeyi hedefleyen bu faaliyetlerin altýnda ise “Hýristiyanlaþtýrarak Ruslaþtýrma” fikri ve hatta buna özel olarak geliþtirilmiþ program yer almaktaydý. Bu zorbalýða dayanan vaftizleþtirme siyasetinin ilk kurbanlarý Kazan Türkleri olmuþ, bunlardan Hristiyanlýða girmek zorunda kalanlara da Kreþen (Rusça Kreþçenýy, yani vaftiz edilmiþ) adý verilmiþtir, bunlar baský altýna alýnmýþ olup diðer çoðunluktan tecrit edilmiþtir. Müslümanlarýn (ki bunun kesinlikle Rusya Ýmparatorluðu dâhilinde yaþayan gayrý-Müslim Türkler için de geçerli olduðu belirtilebilir) kültürel ve ulusal alanda yeniden kalkýnmalarýnýn ve geliþmelerinin önüne geçebilmek için Çarlýk Rusyasý çapýnda eðitim kurumlarý yakýn mercek ve sýký denetim altýna alýnmýþ, mevcut siyasalara aykýrý yazýlarý, haberleþme ve bu gibi haberlere yer veren basýn ve yayýncýlýða yönelik olarak sansür önlemleri geliþtirilmiþ, Rusya Türklerinin siyasî çalýþmalarýna izin verilmemiþtir (Hablemitoðlu 1997: 6-7). Türklüðün anayurdu ve öz coðrafyasý olan Sibirya gölgesine gelince, buralarda yaþayan Türk boylarý ve diðer gayrý-Rus yerli halklar da Çarlýk yönetimince yürütülen bu özümleme siyasetine maruz kalarak aðýr kayýplar vermiþtir. Dönemin Rusyasýnda Sibirya yerlilerinin vaftizleþtirilmesine büyük önem verildiði söylenebilir. Sömürgeleþtirme süreci içerisinde Sibirya’da ortaya çýkan yönetimsel kurumlarýn hemen ardýndan daha sonra yoðun misyonerlik faaliyetlerinin odaklarý hâline gelecek ruhanî kurumlarýn tertiplenmesi izlemekteydi. Buralardan ise Çarlýk Rusya’sýnýn resmî dini olan Ortodoks Hýristiyanlýðý yaymakla görevlendirilen misyonerler bölgedeki gayrý-Rus halklara yönelik çalýþmalara giriþmekteydi. Sibirya yerlisi halklarýn kültürel mirasýný ve zenginliðini oluþturan ve Ruslar gelmeden yüzyýllarca ve hatta binyýllarca varlýðýný sürdürdükleri inançlarýna yönelik bu saldýrý niteliðindeki siyasette kullanýlan araçlar büyük çeþitlilik göstermekte olup zorbalýða dayanan vaftizleþtirme, geleneksel kült nesnelerinin yok edilmesi ve kendi inancýndan vazgeçmeyerek direnenlere yönelik baský ve tasfiye hareketlerinden baþka çýkýþ yolunun bulunmayýþýndan kaynaklanmasý pek muhtemel görünen “gönüllü” Hýristiyanlaþmaya kadar olan yöntemleri kapsamaktaydý (Kotojekov 1992:60). Zaten Çarlýk döneminde uygulanan bu Ruslaþtýrma ve Hýristiyanlaþtýrma siyasetinde gayri-Ruslara yönelik en önemli araç olarak seçilen okul ve kilise gibi araçlar geliþi güzel seçilmemiþ, çünkü bunlar bir devletin içinde çok iyi biçimde örgütlenmiþ ve ihtiva ettikleri çalýþan ve görevli bakýmýndan oldukça geniþ ve etkili bir að olduklarýndan dolayý, bireyleri ve bireyler üzerinden de kitlelerin mevcut ideolojik düzene uygun hale sokulma iþlevinde birer esaslý kurumdur (Gramsci 1975:45-46). Burada okul ve kilise gibi sosyal kurumlarýn bireylerin toplumsallaþma sürecinde oynadýklarý etkin iþlevleri yerine getirdikleri de göz önüne alýndýðýnda anýlan siyasalarda bu araçlarýn seçiminin amaca ulaþým yönünden ne denli isabetli olduðunu görebilmek olanaklýdýr. Öbür taraftan hemen iþgalden sonrasýnda bölgeye kasýtlý olarak Rus nüfusunun göçü saðlanmaktaydý. Bununla birlikte Rusya’nýn Avrupa’daki kýsmýndan hayatýn dayanýlmaz halinden kurtulmak ve yeni hayata baþlamak ümidiyle kaçan toprak köleleri, köylüler, sürgüne gönderilenler vb. unsurlarýn göçü de yaþanmaktaydý bu dönemde. Ancak bunlarýn nedeni ne olursa olsun sonuç itibariyle, zaten sayýsý az olan bölge yerlisi halklar Rus halkýyla ilk sosyal temaslar kurmaktaydý ve Ruslarýn getirmiþ olduðu kültürle tanýþma olanaðýna sahip olabilmekteydi. Bahsedilen dönem Çarlýk Rusyasý olduðundan dolayý doðal olarak tüm bu unsurlarýn çoðunluðunu oldukça dindar kiþiler oluþturmaktaydý, bu nedenle göçle gelen Rus nüfusu da beraberinde Hýristiyanlýðýn yayýlmasýna da köprü vazifesini görmekteydi (Kotojekov 1992:61). Bu süreçten önce Sibirya’da Kamlýk inancýna mensup halklarýn içerisinde doktorluk görevini yerine getiren kamlar da derinden etkilenmiþtir. Bir taraftan bunlar karþý kilise tarafýndan mücadele yürütülmekteydi, öbür taraftan misyonerler aracýlýðýyla halk kitleleri bunlardan kopartýlmaya çalýþýlmaktaydý. Bu yapýlýrken de Hýristiyan misyoner adamlarý temel týp bilgilerini edinerek gittikleri bölgede doktorluk yapmaya çalýþarak daha önce münhasýran kamlara ait bu iþlevin de kamlarýn elinden alýnmasýnda ve böylece halkýn gözünde kamlarýn yerini ikame edebileceklerini ummaktaydýlar (Kotojekov 1992:61). Tabi nesnellik adýna Sibirya halklarýnýn maneviyat yaþamlarýna karýþarak kendilerine, yani Rus Ortodoks Kilisesi ve dolayýsýyla da Rus devletine baðlamak ve sonraki aþamada özümlemek adýna çalýþan bu misyonerlerin bölgeye yeni bilgi ve kültür birikimini de getirmiþ olduklarýný kabul etmek gerekir. Hatta bu akýmýn sayesinde birçok Türk aydýný temel de olsa eðitim alma olanaðýna kavuþmuþtur. Ne var ki özünde bu harekette bulunan misyonerlerin büyük çoðunluðu eðitimli ve kültürlü tanýmýna dahil edilmesi oldukça güç olan insanlardan ibaretti. Dolayýsýyla bu misyonerlik faaliyetlerin etkinliðini temelden sarsmakta ve etkinliðini önemli ölçüde azaltmaktaydý. Nitekim bu konuda ünlü Sibiryalý bilim adamý G.N. Potanin þöyle demiþtir : “...ruhani misyon, optik bir yanýlsama, el marifetiyle yapýlan bir cambazlýktýr. Misyon, inorodetslerin içerisinde bir takým yerleþik köyler kurmuþ olduðu, birkaç bin inorodetsin ruslaþtýðý, bunlarýn tarýmcýlýða alýþtýrýldýðý gibi geliyor... Ancak daha yakýndan bakýldýðýnda, misyona harcanan paralarýn tamamen misyonerlerin maaþlarýna gittiði konusunda ikna oluyorsun... ” (Kotojekov 1992:61-62). Dolayýsýyla Hýristiyanlaþtýrýlmýþ gibi gözüken Sibirya Türkleri ve özellikle burada yaþayan Türk boylarý aslýnda bu yeni gelen dini özünde kavrayamadýklarýndan dolayý (burada dilin bilinmemesi ve yerli dünya görüþünün çok farklý olmasý etkili olmuþtur denilebilir) çoðunlukla halklar Hýristiyanlýðý benimsememiþ, benimsemiþ olsalar dahi bu en fazla çift inançlýlýða ve dinlerin senkretizmine yol açmýþtýr, ama tüm bu uðraþlar asla kamlýk inancýný kökten yok edememiþtir ki bunu Rusya devleti resmi düzeyde kabul etmekteydi. Nitekim örneðin Altay ve Hakas Türklerinde XX.yy’da da Kamlýk inancý güçlü bir biçimde varlýðýný sürdürmekteydi. (Kotojekov 1992:62-65). Ki, kimi Rus papazlarýnca da bölgedeki Türklerin vücüdüna ve kanýna kadar girmiþ bulunduðu kabul edilen (Kotojekov 1992:63) Kamlýk inancý bu dönemi aþarak ve geleneksel inanç bakýmýndan en korkunç Sovyetler dönemini de geçerek günümüze kadar ulaþarak bugün daha da güçlenmekte olduðu gözlemlenmektedir. O zaman sonuç olarak kültür ve kültürün içinde yer alan din ya da inanç açýsýndan Ruslaþtýrma siyasetinin Rusya’daki Türkleri amaçlanan ve gerçekleþmesi beklenenden çok daha aþaðý düzeylerde etkili olabildiði söylenebilir. Burada halen de çok yaygýn olan bir görüþten de bahsedeceðim. Bu görüþe göre Türkler tarihte tamamen göçebeliðe dayalý yaþam tarzýna sahip olup tarýmcýlýða ancak Ruslarýn bölgeye gelmesiyle ve tarýmcýlýk kültürünün getirmesiyle Güney Sibirya Türklerinin toprakla uðraþmaya baþlamýþtýr. Rus kültürünün etkisi mevcut olsa dahi yaygýn olan bu gerçeði yanlýþ yansýtan görüþün aksine Rus Kozaklar Sayan ve Altay daðlarý bölgesine savaþlarýn ardýndan ulaþtýðýnda buradaki Türk boylarýn son derece geliþmiþ tarýmcýlýk kültürüne sahip olduklarýný gördüklerinde aslýnda oldukça þaþýrmýþlardý, çünkü daha önce baþka bölgelerde bu gibi buðday ve arpa dolusu tarlalarý görmeye pek alýþýk deðillerdi. Ýþte bu gerçek Sovyet zamanýnda çýkan “Ýstoriya otkrýtiya i issledovaniya Sovetskoy Aziyi” (Sovyet Asya’nýn Keþif ve Araþtýrma Tarihi) adlý monografide de kendi yansýmasýný bulmuþtur (Kotojekov 1992:43). Bununla birlikte burada þuna da yer verilmesinde yarar görmekteyim; Rusya da diðer Batý ülkeleri gibi sömürgeleþtirme siyasetini gütmekteydi, ancak siyasi ve özellikle kültürel bakýmdan bunlarýn arasýnda hatýrý sayýlýr farklýlýklar mevcuttu. Bu konuda kendisi Hakas Türkü olan bilim adamý G.G. Kotojekov’un görüþü çok yerindedir, ki ona göre: “Ýngiliz sömürgelerinde örneðin, halklar, daha sonra dominyonlarýn ve yeni devletlerin kurulmasýna yol açan belirli siyasal haklara sahip iken, Sibirya’daki yerli halk hiçbir siyasi hakka sahip deðildi...” (Kotojekov 1992:103). 2.2. Dil baðlamýndaki özümleyici politika ve uygulamalar Çarlýk Rusyasý döneminde gayri-Rus uluslarýn kültürel mirasýna yönelik olarak uygulanan özümleme siyasalarýn içinde bu halklarýn dilinden de yararlanýlmaktaydý ilk aþamada. Daha doðrusu Hýristiyanlaþtýrmak adýna birer araç olarak kullanýlan dil vasýtasýyla da yürütülen özümlemeci siyasalar çerçevesinde Ýncil kitabý gayri-Rus ve özellikle Hýristiyan olmayýp daha yeni vaftizleþtirilmiþ bulunan kitlelere çevrilmek suretiyle ulaþtýrýlmaya çalýþýldýðýna örnek olarak Saha (Yakut) Türkleri gösterilebilir. Türklere ve diðer gayrý-Ruslara yönelik olarak dil üzerinden yürütülen özümleme siyaseti baðlamýnda hedef halklarýn diline dini Hýristiyan yayýnlarýn çevirmek üzere resmi çerçevede çeþitli kurumsal düzenlemelere de gidilmekteydi. Örneðin Sibirya halklarý dahil olmak üzere Rusya’da yaþayan gayri-Rus halklarýn dillerine dini yayýnlarýn tercüme edilmesi amacýyla 1812 yýlýnda Rus Ýncil Cemiyeti (Russkoye bibleyskoye obþçestvo) kurulmuþ ve Sibirya çapýnda birçok yerde þubeleri açýlmýþtýr (Kotojekov 1992:60-61). Bunun yaný sýra yine dil üzerinden bu yönde uygulamalar kapsamýnda açýlan ruhani okullarda eðitim sürecinden geçirilen ve görevli olarak gidecekleri hedef kitlelerin diline çok iyi derecede vakýf olan gayri-Rus Hýristiyan misyonerlerin yetiþtirilmesine, bunun yanýnda da dinini deðiþtirmiþ çocuklar için ayrý eðitim kurumlarýnýn açýlmasýna, yani bu tür siyasete örgütlenmiþ bir düzen verilmesine aðýrlýk verildiði bilinmektedir (Hablemitoðlu 1997:7). Dolayýsýyla din kurumu kadar dil kurumuna da gayri-Rus kültürlere yönelik olarak yürütülen siyasalarýn çerçevesinde Çarlýk yönetimi tarafýndan önemin verildiðini görebilmekteyiz. Bu önemin verilmesinin altýnda yatan neden ise din gibi dilin de karýþmadan ve deðiþimlere uðratýlmadan olduðu gibi býrakýldýðý sürece bunun devletçe belirlenen özümleme amacýna ulaþýlmasý yolunda büyük engeller oluþturacaðýnýn bilincidir. Bu baðlamda gayri-Rus uluslarýn dilleri yazýlý hale sokulmaya çalýþýlmakta, ama bu yapýlýrken sözde yaratýlan yazýlý dilin temeli Kiril harf sistemi üzerine oturtulmaya yönelik çaba sarf edilmekteydi. Daha önce zaten yazýlý dili çeþitli alfabelere dayalý bir biçimde yaþatýlan yazýlý diller için de ayný yöntem uygulanmýþ, yani Kiril esaslý alfabeler geliþtirilmeye çalýþýlmýþtýr. Ayrýca yaratýlan bu yeni Kiril temelli alfabeler kullanýlarak yine misyonerlik faaliyetleri daha da güçlü biçimde sürdürülmekteydi. Bunun yaný sýra bu yeni Kiril temelli alfabeler yaratýlýrken bir diðer taraftan da her Türk boyu için farklýlaþtýrýlmýþ uydurma Kiril temelli alfabenin kurulmasý yoluna da gidilmiþtir. Bu çerçevede dönemin en önemli ve bu yönde en çok gayret sarf eden kiþi Nikolay Ýlminski idi. Bu bili adamý özümleme siyasalarýna baþka ve yeni bir boyut kazandýrmak üzere çeþitli proje ve kuramlar ortaya atmýþ ve sözde Rusya’daki Türklerin iyiliði için her Türk boyu için þive farklýlýklarýna dayalý farklýlaþtýrýlmýþ Kiril alfabesinde kitaplar basýlmasý ile ilgili olarak yoðun olarak güç ve zaman harcamýþtýr. Nitekim 26 Mart 1870 tarihinde Ýlminski’nin bu görüþleri yasal bir çerçeve içine alýnarak devletin resmi siyaseti haline getirilmiþtir. Zaten Ýlminski bu çabalarýnýn asýl gayesini açýklýkla ifade etmekten de hiç çekinmemekteydi ki devletin yeni dil siyaseti kapsamýnda açýlan okullarýn esas amacýný o Kazan Öðretmen Okulunun açýlýþýnda aynen þöyle çizmiþtir : “Kazan Muallim Mektebinin yakýn gayesi, Rus ve diðer milletlerin köy mekteplerine öðretmen yetiþtirmek, uzak ve umumi gayesi ise, Rus olmayan milletleri, maarif yoluyla Ruslara yaklaþtýrmaktýr” (Hablemitoðlu 1997:8). Ayný zamanda, “yalnýzca ana dili insanlarý, Hýristiyanlýk yoluna esaslý bir biçimde girmelerini saðlar” diyen döneminin en etkin bu bilimci ve misyoneri (Slezkine 1996:92-102) daha sonraki dönemler için de ilham kaynaðý olmuþtur denilebilir. Nitekim Stalin de Lenin de ana dillerin çok önemli olduðunun farkýndaydýlar (Slezkine 1996). Oysa ilk bakýþta milli dillerin tam tersine yeni kurulan devletin resmi ideolojisinin yaygýnlaþtýrýlmasý önünde ciddi engeller oluþturmasý gerekmez mi sorusu geliyor akla. Ýþte bu noktada millilik Bolþevikler için bir tehdit oluþturmamaktaydý, çünkü onlar bunu bir biçim olarak ele almaktaydý, oysa içeriðini kendi ideoloji süzgeçlerinden geçirilerek doldurulacaktý zaman içerisinde (Slezkine 1996). Üstelik dil üzerinden, bunun taþýyýcýsý olan uluslarýn içinde de bu içeriðin girmesi çok daha etkili biçimde saðlanabileceði de bilinmekteydi. Ýþte tüm bunlar bize Çarlýk döneminde kullanýlan özümleme siyasalarýnýn ilham kaynaklarýný gösterir niteliktedir sanki. Yine Sibirya bölgesine dönecek olursak burada bu dönemde sürdürülen özümleme siyasetinden ayrý olarak bölgeye gelen Rus kültürünün etkisiyle kültürel anlamda etkileþim yaþanmaktaydý ve bunun sonuçlarý hem gelen hem de bölgenin yerlisi olan halklarýn dillerinde karþýlýklý olarak kelime alýþ-veriþine yol açmaktaydý. Böylece örneðin, Sayan-Altay bölgesinde yaþayan Türkler dillerine Rusça’dan genelde gelen yeni kültürü yansýtan sözcükler girerken bölgedeki nüfusun kullandýðý Rusça da Türkizmlerin (yani, Türkçe kökenli kelimeler) sayesinde zenginleþmekteydi (Kotojekov 1992:96). Çarlýk döneminde uygulanan tüm bu siyasalar gayri-Ruslarda ve özellikle Türk halklarýnda dýþarýdan gelen bu zorba etkinin karþýlýðýnda ortaya çýkan tepkinin doðal sonucu olarak çeþitli düzeylerde örgütlenmelere ve kendi kültürel, siyasi haklarýný savunmak adýna siyasete daha sýký biçimde atýlmalarýna yol açmýþtýr. Ancak bir diðer taraftan da bu yoðun etki Rusya Türklüðünde geniþ çapta iz býrakmýþtýr ve bunun sonucunda birçok Türk aydýný ilk önce Hýristiyanlaþmýþ, ardýndan da özellikle torunlarý Ruslaþmýþtýr. Ruslaþmýþ bu kiþiler Rusya devletinde üst kademelere kadar çýktýðý gibi orduda da önde gelen pozisyonlara sahip meþhur komutanlýklar yapmýþtýr. Ancak sonuç itibariyle yine de bu etkileþim (aslýnda buna etkileme ve etkilenme demek daha doðrudur) çerçevesinde kaybeden taraf Türkler iken zenginleþmiþ taraf olarak ise kültür (Türk kökenli Rus yazarlarýn sayesinde), askerlik (yine Türk kökenli Rus kumandanlarýn sayesinde) ve hatta yönetim (ki buna özümlenmiþ çarlar, örn.: Boris ve Födor Godunovlar, çariçeler, knezler de dahildir) vb. alanlarda Rus tarafý çýkmýþtýr (Hablemitoðlu 1997:7)*. * Kimi zaman bu sözcüðün yerine kasýtlý olarak keþfediþ, keþif gibi kavramlar kullanýlmaktaydý Sovyetler zamanýnda, sanki iþgal edilen ülkeler territorium nullius olup üzerinde hiçbir insan topluluðu örgütlü hâlde yaþamamaktaydý. Bununla birlikte bu keþif (discovery) sözcüðü Yeni Dünya konusunda da günümüzde kullanýlmaya devam edilmektedir. * Siyasî, sosyo-ekonomik ve kültürel olmak üzere üç türde toplanan Ayýrýmcýlýk bir toplumun içinde birey veya topluluklara (sosyal gruplar) karþý genelde sosyal, fiziksel (antropolojik) veya kültürel farklýlýklara dayanan ve toplumsal hayatýn siyasî, iktisadî, kültürel veya diðer her hangi baþka alanlarda ortaya çýkabilen ve çeþitli þekil ve geniþlikte gerçekleþebilen tutumlardan ibaret karmaþýk ve insan hak ve ana hürriyetlerinden eþit þekilde yararlanmayý, kaldýrmayý veya bozmayý amaçlayan veya öyle etkileyen bir uygulama veya uygulamalar diye tanýmlanabilir. Bkz. Report On the World social Situation 1997, BM, New York, 1997, 153, 155; * Türkiye’de nedense bu devlet adamý bu þekilde tanýnmakta, oysa Rusya tarihinde bu yöneticinin adý I. Petro veya Büyük Petro (Pötr Velikiy)’dur. Bununla birlikte Rus tarihinde ‘devleti iyi bir þekilde yönetemeyen, eðitim seviyesi düþük olan’ bir Petro da var idi. I. Petro’nun torunu olan ve damarlarýnda Alman kanýný taþýyan bu III. Petro eþi I. Yekaterina tarafýndan 1762’de organize edilmiþ bir entrikanýn sonucunda tahttan devrilerek öldürülmüþtür. Bkz. Munçayev (1998:139); Sovetskiy Ensiklopediçeskiy Slovar, 996; Chapman (2001:2). * Ruslaþmýþ Türk kökenli meþhur þahsiyetler konusunda bkz.: Hablemitoðlu (1997:7). Ancak burada bence bu kitaptaki ifadenin tam aksine belirtilmesi gereken; bu kitabýn bu sayfasýnda Ruslaþmýþ Türklerden bahsederken bunlarýn içerisinde “tanýnmýþ müþteþriklerden” [aslýnda doðrusu müsteþrikler, yani doðubilimciler olmasý gerekir, ki yanlýþlýk buradan kaynaklanýyor olabilir, çünkü Rus müsteþrikleri demek Rusyalý doðubilimcileri demektir] olarak gösterilen Hakas Türklerinden Kazan Üniversitesi Profesörü Nikolay Katanov’un aslýnda her zaman kendi soyunun farkýnda olduðu ve hatta Ýlminskiy ve diðerlerinin aksine “Türk dilleri” deðil “Türk-Tatar lehçeleri” ibaresini kullandýðý, Doðu dillerini ve özellikle Türk lehçelerini en ayrýntýsýna kadar incelediði, bunlarýn kelime hazinesini ortaya çýkarmak için özverili biçimde çabaladýðý ve böylece bu lehçelerin kaybolmasýný bir anlamda engellemeye çalýþtýðý ve hocasý W.W. Radloff’a ve diðerlerine raðmen Tývalarýn da Türk soyundan olduðunu ve Türkçe konuþtuðunu bilim dünyasýna ve Rus tarihinde 1600 sayfalýk bilimsel çalýþmasýyla kanýtlamýþ ilk bilim adamý olduðu ve neredeyse tüm yaþamýný Türkolojiye adamýþ bulunduðu bir gerçektir. Bu konuda bkz.: Kokova (1993). Üstelik N. Hablemitoðlu’nun, Zeki Velidi Togan’ýn kaleme aldýðý Hatýralar (Ýstanbul, 1969:65-66) adlý kitabýna atýfta bulunarak yer verdiði bu ifadenin doðruyu yansýtmaktan uzak olduðunu Katanov’un bizzat Zeki Velidi Togan’a çok yardýmýnýn dokunduðu, Togan’ýn ondan istifade ettiði, onun tarafýndan yönlendirildiði, öðütlerini aldýðý ve ona minnettar olduðundan anlayabilmekteyiz (Togan 1999:55, 64, 86, 87, 89-91, 98, 102, 117, 118). Bununla birlikte Hýristiyanlaþmak her zaman Ruslaþmak anlamýna gelmeyebilir. Nitekim yine Zeki Velidi Togan, Ruslarca Hýristiyanlaþtýrýlmýþ olan Mehmet Ali (ancak resmi belgelerde Mstislav Kulayev olarak imzalayan)’nin Türklüðüne sadýk olduðunu belirtmiþtir kendi hatýralarýnda (Togan 1999:214-215). |
zumrut_ kullanýcýsýna teþekkür eden 3 üye: | Ayçe Ezgi (09-Ekim-2010), Tugay NAYKI (04-Ekim-2010) |
04-Ekim-2010, 22:54 | #4 (permalink) |
Bizim Coðrafya Yöneticisi Üyelik tarihi: 04-Haziran-2009 Ad- Soyad: Mustafa Yýldýz
Mesajlar: 4.878
Teþekkürleri: 2.435
1.608 mesajýna 9.665 kere teþekkür edildi.
| Zümrüt haným döktürmüþsünüz kitap gibi..
__________________ ''Bu topraklar bomboþ arsalar deðildir, adý Vatandýr. Vatan; Dünyada, parasý, fiyatý, karþýlýðý, borsasý, piyasasý olmayan tek þeyin adýdýr.'' Nihat GENÇ Cumhuriyet onurla yaþar! Cumhuriyet baðýmsýzlýktýr, onurumuzdur, dirliðimizdir, bereketimizdir, Nasrettin Hoca'dýr, Yunus Emre'dir, bütün bu deðerleri çocuklarýmýza anlatmaktýr. Onur ve þeref kazýnmýþ ve çýkartýlmýþtýr bu topraklardan. Böyle cumhuriyet olacaksa hiç olmasýn, yýkýlýr bir tanesi daha yapýlýr. Nihat GENÇ[/SIZE] |
Tugay NAYKI kullanýcýsýna teþekkür edenler: |
04-Ekim-2010, 23:46 | #5 (permalink) |
Zümrüt Üye Üyelik tarihi: 08-Haziran-2009 Ad- Soyad: zumrut Bulunduðu yer: Yurt dýþý
Mesajlar: 1.249
Teþekkürleri: 1.215
762 mesajýna 2.493 kere teþekkür edildi.
| [QUOTE=Tugay NAYKI;22854]Zümrüt haným döktürmüþsünüz kitap gibi.. [/QUOT Selam Tugay bey ben döktürmedim ,okudum kopyaladým ve gönderdim.Aah ah öyle döktürebilseydim ne isterdim Ýki kelimeyi bir araya getirip yazmak için ne terler döküyorum bir bilseniz. Ama bu yazý beni nerelere götürdü ?,ilk doktor jivago dünya klasýði filmi aklýma geldi, çünki günlerce o filmin etkisinde kalýp göz yaþý dökmüþtüm. Birde Maksim gorki'nin oldukça ünlü kitabý ...ANA...iþte bu konunun benzeri, Sibiryaya sadece türkleri deðil kendi insanlarýnýda nasýl sürgün etiklerini vs vs anlatýyor .Aslýnda anlatabileceðim, bu konuya eþ deðerde þahsi ,görsel bilgilere sahibim, anlatsam roman olur Kanala Yazmaya üþendiðim gibi, boþver Zümrüt dedim bildiklerini paylaþsan, kalkar ordan inanmayan biri bir laf eder sinirlenir kendime kýzarým neden anlattým diye bende kalsýn deðilmi....zümrüdüanka |
zumrut_ kullanýcýsýna teþekkür eden 2 üye: | Ayçe Ezgi (09-Ekim-2010) |
Etiketler |
asimile, asÝmÝle, ruslarýn, siyaseti |
LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: https://www.bizimcografya.com/siyasi-ve-jeopolitik-cografya/5750-ruslarin-asimile-siyaseti.html | ||||
Konuyu Baþlatan | For | Type | Tarih | Hits |
Untitled document | Post #0 | Refback | 23-Ocak-2012 12:32 | 6 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayýtlý üye ve 1 Misafir) | |
| |